Jack London’ın “Beyaz Diş” adlı romanından (*);
… Beyaz Diş’in günleri deneylerle geçiyordu. Kiche’nin sopaya bağlı olduğu sırada bütün kampı araştırarak, inceleyerek, öğrenerek dolaştı. İnsanların birçok geleneğine çabucak alıştı. Fakat alışkanlık onları kabullenmek demek değildi. Onları tanıdıkça üstünlüklerini daha çok hissetmeye başladı. Gizemli güçlerini gördükçe gözünde daha da tanrılaşıyordu insanlar.
İnsanlar sık sık tanrı sandıkları bir şeyin yıkıldığını, tapınakların parçalandığını görmek felaketine uğrayabilir. Fakat bir kurt ya da yabani bir köpek için bu, ancak bir insanın ayakları dibine çökmesiyle olabiliyordu. Ama Beyaz Diş henüz böyle bir felaketle karşılaşmamıştı. Tanrıları gözle görülemeyen ve önceden bilinemeyen insanın kurduğu düşlerin duman ve sisleri, gerçeği görmeye engel oluyor; kişinin ruh dünyasında elle tutulamayan bir şekilde ortaya çıkan iyilik ve kudretin düşü başıboş dolaşıyordu. İşte bu insana benzemeyen kurt ve yabani köpek karışımı; ateşe yaklaştıklarında tanrılarını, bütün dünyayı kaplayan, onların yaşayıp yaşamamasına karar vermek için zamanlarından ayıran, elle tutulabilen birer canlı yaratık olarak buldular. Ne böyle bir tanrıya inanmak için iman ne de bir kimsenin inancını sarsmak için çaba gerekiyordu. Ondan uzaklaşmak olanaksızdı. İşte, orada iki ayağının üstünde, elinde sopası, son derece kuvvetli, hırslı, öfkeli ama yine de sevimli bir hâlde duruyordu. Tanrılığı, esrarı ve güçlü durumu, etle örtülmüştü. Bu et, yırtılıp kanadığı zaman herhangi bir et gibidir ve yemesi güzeldir.
Beyaz Diş için de durum böyleydi. İnsanlar, haklarında yanılmaya ve kendilerinden kaçmaya imkân olmayan tanrılardı. Annesi Kiche, adı söylendiğinde boyun eğdiği için kendisi de boyun eğmeye başlamıştı. Onlara tam bir özgürlük tanıdı. Yürüdükleri zaman önlerinden kalktı. Çağırdıklarında yanlarına koştu. Korkuttuklarında yere çöktü. Gitmesini emrettiklerinde çabucak gitti. Çünkü bütün isteklerinin gerisinde, o isteği zorla acıtarak yaptıran, kendisini tokat, dayak, atılan taşlar ve kırbaç vuruşları ile gösteren bir kudret vardı.
Kendisi de diğer bütün köpekler gibi onlara aitti. Vücudu dövülmek, vurulmak, sevilmek için onlarındı. Bunu kısa zamanda belledi. Kendisine miras kalan vahşilik ve özgürlüğe ters düşen bir şeye dayanmak ağırına gidiyordu. Bunu öğrenmekten hoşlanmadığı halde farkında olmadan hoşlanmayı öğrendi. Kaderini bir başkasının eline bırakmak, var olan sorumluluklardan kurtulmak demekti. Tek başına durmaktansa birisine dayanmak her zaman kolaydı. Bu, bir çeşit değiş-tokuştu.
Kendisini insanlar bedenen ve ruhen, bir tek günde vermedi. Miras kalan vahşiliklerden ve ormanın anılarından hemen vazgeçemedi. Gizlice ormanın kenarına gidip durarak, kendisini uzaklara çağıracak sesi dinlediği günler oldu. Her seferinde de rahatsız bir hâlde dönerek, düşünceli bir şekilde, Kiche’nin yanında ağlıyor; o ise diliyle sanki soru soran bir merak içinde yüzünü yalıyordu.
Beyaz Diş kampın törelerini çabucak öğrendi. Önlerine et ya da balık atıldığında yaşlı köpeklerin ne kadar bencil ve açgözlü olduğunu gördü. Erkek insanların daha adil, çocukların daha gaddar, kadınların ise bir parça et ya da kemik atacak kadar şefkatli davrandıklarını öğrendi. Köpek yavrularının anneleriyle arasında geçen birkaç üzücü olaydan sonra böyle anneleri kendi hâline bırakmanın, onlardan elinden geldiği kadar uzak durmanın ve geldiklerini görünce kaçmanın iyi bir tutum olduğunu anladı.
Fakat başının en büyük belası Uzun Dudak’tı. Kendisinden daha büyük ve daha kuvvetli olan Uzun Dudak, işkence için Beyaz Diş’i seçmişti. Beyaz Diş elinden geldiği kadar savaşıyordu ama her seferinde yeniliyordu, düşmanı çok büyüktü. Uzun Dudak onun için bir kâbus olup çıkmıştı. Ne zaman annesinin yanından uzaklaşmaya kalkışsa zorba mutlaka ortaya çıkıyor, hırlayarak peşinden geliyor, üstüne atılıp onu kavgaya zorlamak için insanların çevrede bulunmadıkları bir zamanı kolluyordu. Uzun Dudak her zaferinde büyük bir zevk alıyordu. Bu, Beyaz Diş’in baş üzüntüsü olurken diğerinin yaşamdaki en büyük zevk kaynağıydı.
Fakat bu, Beyaz Diş’in üzerinde onu korkutucu bir etki yapmıyordu. Uğradığı bütün yıkıma dayanmasına ve sürekli olarak yenilmesine karşın ruhu boyun eğmiyordu. Fakat bütün bu kavgalar kötü bir sonuç verdi. Kötü huylu ve aksi bir hayvan oldu. Doğuştan vahşi huylu idi ama bu sonu gelmeyen eziyetlerin altında daha da vahşileşti. Sokulgan, oyuncu bir köpek yavrusu gibi olan yönünü pek az gösterdi. Kampın diğer köpek yavrularıyla hiçbir zaman oynayıp sıçramıyordu. Zaten Uzun Dudak buna asla izin vermiyordu. Beyaz Diş, onların yanına yaklaştığı an, Uzun Dudak üstüne atılıp zorbalığa başlıyor ya da oradan uzaklaştırana kadar kavga ediyordu.
Bütün bu işkencelerin sonunda Beyaz Diş, o yavrulara yakışan durumun kaybetti ve yaşına göre çabuk olgunlaştı. Oynayarak enerjisini açığa vurmadı, kendi kabuğuna çekilip aklını çalıştırmaya başladı. Hileci bir hayvan olup çıktı. Boş zamanı olduğu için kendini hileler tasarlamaya verdi. Kampın bütün köpeklerine birden yemek verildiğinde payına düşen et ya da balığı almasına diğer köpekler engel olduğundan, kurnaz bir hırsız olup çıktı. Kendisine yiyecek aramak zorundaydı, çoğunlukla kadınların başına bela kesilmesine karşın bunu iyi başarıyordu. Kampta sinsi sinsi dolaşmasını, kurnazlık etmesini, çevrede ne olup bittiğini öğrenmesini, her şeyi görüp işitmesini, durmadan kendine eziyet eden yaratıktan kaçınmak için başarılı çareler bulmasını öğrendi.
* Jack London, Beyaz Diş, Akvaryum Yayınevi, III. Baskı, İstanbul, Mart-2007, s. 93-96.