CUMHURİYET DÖNEMİNDE ROMAN -2
2. Toplumcu Gerçekçi Anlayışla Yazan Sanatçılar: Başlangıçta Sabahattin Ali ve Sadri Ertem’in eserleriyle ortaya çıkan ve esasen Anadolu köy ve kasabalarının sorunlarını anlatan toplumcu-gerçekçi roman ve hikaye 1930’ların sonunda Kemal Bilbaşar ve Samim Kocagöz gibi yazarlarla alanını genişletmiştir.
1950’den sonra köy enstitüsü çıkışlı yazarlarla yaygınlaşan “köy romanı” bu dönemden sonra sosyalist düşüncenin etkisiyle ideolojik bir yön kazanarak gelişmeye devam etmiştir. Bu etki 1960’lı ve 1970’li yıllarda da devam etmiştir.
Yazarlar özellikle köylerdeki toprak kavgaları, ağa-köylü, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, öğretmen-imam çatışması, köyden kente göç ve sonuçları, dar gelirlinin sorunları ve geçim mücadelesi gibi konuları işlemişlerdir.
Toplumcu Gerçekçilerin Özellikleri
1. Toplumcu gerçekçiler eserlerinde büyük şehirlere göçün ortaya çıkardığı problemler ve sosyalizm üzerinde durmuştur.
2. Bu eserlerde siyasi ideolojiler ön plana çıkar.
3. Roman ve hikâyelerde çok sağlam bir kurgu görülmez.
4. Eserlerde köylü ağızlarına oldukça fazla yer verilmiştir.
5. Anadolu coğrafyası ve insanı, toplumdaki düzensizlikler, çatışmalar, köy gibi küçük yerleşim yerlerinin sorunları ağa-köylü, öğretmen-imam, zengin-fakir, halk-yönetici, güçlü-güçsüz, aydın-cahil ve büyük şehirlere göçün ortaya çıkardığı problemler gibi konular üzerinde yoğunlaşmışlar.
6. Yazar okuyucuyu kendi doğrultusunda yönlendirmek ister.
7. Sanat eseri belli görüşleri ifade etmek için araçtır.
8. Halkı aydınlatmak düşüncesiyle bazı yazarlar bazı bölgeleri özellikle konu edinmiştir.
Toplumcu Gerçekçi Yazarlar:
1. Sabahattin Ali: Maupassant tarzı öyküleriyle ve özellikle “Kuyucaklı Yusuf” adlı romanıyla tanınmıştır. Eserlerinde aşk teması etrafında güçlü-güçsüz, ezen-ezilen çatışmasını anlatarak okuru bilinçlendirmeye çalışmıştır.
Şiirler, hikâyeler (Maupassant tarzı öyküler ) , romanlar yazdı, çeviriler yaptı. Asıl ününü öykü ve romanlarıyla kazandı. Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırdı. Konularını toplumsal eşitsizliklerden aldı. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirdi. Aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirdi. 1937’de yayınlanan “Kuyucaklı Yusuf” romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir. Öykülerinde, tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlatır. İnsanın zavallılığını ve gücünü aynı sarsılmaz üslupla, zaman zaman masalsı ve destansı bir biçimde yansıtmayı başardı. Eserlerinde aşk teması etrafında güçlü-güçsüz, ezen-ezilen çatışmasını anlatarak okuru bilinçlendirmeye çalıştı. Öykülerinde Ömer Seyfettin kuşağının başlattığı geleneksel öykü anlayışının özellikleri hakimdir. Anlatımında soyut öğelere ve tamlamalara çok az rastlanır. Anadolu köy hayatından aldığı acıklı konuları , realist bir tutumla , doğal bir dille , masalsı ve destansı bir havayla yansıtmıştır. Çevre betimlemelerinde ve psikolojik tahlillerde çok başarılı olmuştur. Kişilerin özellikle dış özelliklerini en belirgin çizgileriyle vermiştir.
ESERLERİ:
ŞİİR : Dağlar ve Rüzgâr (1934) , Değirmen Dağlar ve Rüzgâr (1965)
Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Öteki Şiirler (1988) tüm şiirleri
ROMAN : Kuyucaklı Yusuf (1837-1988) , İçimizdeki Şeytan (1940-1982) , Kürk Mantolu Madonna (1943-1988)
ÖYKÜ: Değirmen (1935) , Kağnı (1936-1983) , Ses (1927-1972) ,Yeni Dünya (1943-1982) ,Sırça Köşk (1980)
Kuyucaklı Yusuf: Yusuf, Kuyucak’ta doğmuştur. Bir gün, köylerini haydutlar basmış, bütün ailesini öldürmüştür. Daha çocuk yaşta olan Yusuf bu olaydan sonra kimsesiz kalakalmıştır. Kazanın iyi yürekli kaymakamı köyde tek başına sefil hâlde kalan Yusuf’a acımış, onu evlat edinmiştir. Bundan sonra Yusuf’a herkes doğduğu yerden ötürü Kuyucaklı Yusuf demeye başlamıştır.
Kaymakam, Yusuf’a babalık yapmaktadır. Kaymakam’ın Kuyucaklı Yusuf’tan az küçük Muazzez adında bir kızı vardır. Muazzez ve Yusuf kardeş gibi büyümeye başlarlar. İkisi aynı okulda okumaya başlar. Yusuf oldukça zekidir. Fakat küçük yaşta yaşadığı olumsuz tecrübeler, dış etkiler onu dış dünyaya karşı sert, acımasız yapmıştır. Bu yüzden okuyamaz. Bir yandan da kaymakamın eşi Şahende Hanım, Yusuf’a üvey annelik yapmakta, onu hiç sevmemekte, fırsat buldukça onu hırpalamaktadır. Bu ruh hâli içinde Yusuf büyür, yetişkin bir insan olur.
Yusuf büyüdükçe Muazzez’e karşı derin hisler beslemeye başlar. Muazzez onun üzerine titrediği bir varlık olur. Muazzez’i bütün kötülüklerden korumaya çalışır. Şahende Hanım’a hiç güvenmemekte, onun kızına dahi kötülük yapabileceğini düşünmektedir.
Yusuf ve Muazzez bir gün bayram yerine giderler. Kasabanın külhanbeyi, hovardalığıyla ün salmış Şakir, Yusuf’un yanında Muazzez’e laf atar, ona sarkıntılık yapmaya kalkar. Bunun üzerine Yusuf onu oracıkta döver.
Şakir, bunu hiç unutmaz. Çok zengin olan Muazzez’i elde ermeyi kafasına koyar. Çünkü her dediği olmuştur şimdiye kadar. Bir düzen kurar. Muazzez’in babası kaymakamla kumara oturur, onu borca sokar. Borcuna karşılık Muazzez’i ister ondan. Kaymakam mecburen kabul etmek zorunda kalır.
Bunu öğrenen Yusuf, bakkala gider. Kaymakamın borçlandığı parayı bakkaldan alır ve Şakir’e öder. Muazzez, bu sefer de bakkalla evlenmek zorundadır. Düğün günü, Muazzez’i elde etmeyi kafasına koymuş olan Şakir, kaza süsü vererek bakkalı öldürür. Çok güçlü olduğu için ceza almaktan da kurtulur. Muazzez’in ailesine şantaj, baskı yoluyla Muazzez’i vermelerini söyler.
Bütün bu gelişmeler olurken Yusuf içten içe Muazzez’i çok sevmektedir. Fakat fakir olduğu ve Şahende Hanım onu sevmediği için duygularını hiç dile getiremez. Sadece Muazzez’i kötülüklerden korumaya çalışır. Bir gün, Muazzez, Yusuf’a açılır. Onu çok sevdiğini itiraf eder. Yusuf çok şaşırır. Asla ümit edemeyeceği hayali gerçek olmuştur.
Şahende Hanım, bu durumu öğrenir. O, Yusuf’la evlendirmektense kızını zengin Şakir’le evlendirmeyi tercih etmektedir. Kızını Şakir’le buluşmaya zorlar. Bunun üzerine Yusuf ve Muazzez komşu köylerden birine kaçar ve orada nikahlanırlar.
Şahende Hanım, bunu hiç affedemez. İçi intikam arzusuyla dolmuştur. Kaymakam ise çok memnundur. Kendi elinde büyüyen Yusuf’un kızına iyi bakacağından emindir. Kaymakam, onlara yardım da eder. Damadına iş verir, evlerinin kurulmasına yardım eder.
Bir gün, kaymakam kalp krizi geçirir ve ölür. Yusuf’la Muazzez’in çok mutlu giden evlilikleri bunun üzerine gölgelenir. Onlara kol kanat geren kaymakam ölünce, Şahende Hanım ve Şakır içlerinde büyüttükleri kini kusmaya başlarlar. Yusuf’u gezici köy tahsildarlığına verdirirler.
Yeni kaymakam da Şakir ve Şahende’nin elinde bir maşadır. Yusuf gidince, Şahende evini içki ve eğlence merkezi yapar. Kızını da intikam hırsından dolayı fuhuşa iter. Olay her yerde duyulur. Dedikodu Yusuf’un da kulağına gelince Yusuf köye döner.
Yusuf, köye gelince feci durumu gözleriyle görür. Karısı kötü emellere alet olmaktadır. Şahende’yi, Şakir’i ve Kaymakam’ı öldürür. Karısı da ağır yaralanır. Karısını alıp şehrin dışına gider fakat karısı da ölür. Karısını bir çukura gömdükten sonra ortadan kaybolur.
Kürk Mantolu Madonna: Kürk Mantolu Madonna romanı Rasim’in işsiz kalmasını anlatarak başlar. Birçok yere başvurur ancak olumlu yanıt alamaz. Eski bir arkadaşı olan Hamdi Bey, Rasim’in iş sıkıntısını çözer ve Raif Efendi ile aynı odayı paylaşacağı işi verir. Raif Efendi’nin sessizliği, hal ve hareketleri Rasim’in ilgisini çeker. Ancak Raif Efendi ile arasındaki mesafeyi bir türlü kıramaz. Raif Efendi’yi diğer çalışanlara sorduğunda ise işe yarar cevaplar alamaz. Herkes Raif Efendi’nin sessiz biri olduğunu söyler. Rasim, Raif Efendi ile ne kadar konuşmaya çalışsa da bu denemeleri birkaç cümleden öteye gitmez. Raif Efendi’nin ara sıra çekmecesinden çıkarıp okuduğu siyah kaplı defteri Rasim’in ilgisini çeker. Raif Efendi, Rasim’in defter ile ilgili sorusunu önemli bir şey değil diyerek geçiştirir. Bu cevap Rasim’i tatmin etmez.
Raif Efendi hastalığı yüzünden uzun süre işe gelemez. Hamdi Bey, biriken işleri Raif Efendi’nin evine göndermek ister. Rasim işleri alarak tarif üzerine Raif Efendi’nin evinin yolunu tutar. Eve girdiğinde Raif Efendi’nin ailesi ile tanışır ve Raif Efendi’nin ev halkı tarafından ezildiğini anlar. Raif Efendi çok hastadır. Öleceğini anlayan Raif Efendi, Rasim’den iş yerindeki eşyalarını ister. Rasim bu isteğini yerine getirir. Bu eşyalar arasında siyah kaplı defterde vardır. Raif Efendi, Rasim’den defteri yakmasını ister. Ancak defterde yazanları çok merak eden Rasim, defteri okumak için Raif Efendi’den izin alır ve kaldığı kiralık odaya giderek zaman kaybetmeden siyah kaplı defteri okumaya koyulur. Romanın esas hikayesi buradan sonra başlar.
Raif Efendi Havran’da sessiz sakin bir çocuk olarak hayatını sürdürür. I. Dünya Savaşı sonrası işgal güçlerinin Anadolu’yu işgal ettikleri dönemde İstanbul’a okumak için gider. Ancak babası Raif’in Almanya’ya gitmesini ve sabun üretimi ile ilgili her şeyi öğrenmesini ister. Okuduğu romanların etkisi ile büyüyen Raif, hayalini kurduğu Avrupa’ya gitmek için yakaladığı bu fırsatı hiç düşünmeden değerlendirir ve Almanya’ya gider. Burada bir pansiyona yerleşir ve babasının isteği üzerine sabun fabrikasında işe başlar.
Sabun fabrikasındaki işine gün geçtikçe daha az gitmeye başlayan Raif, tüm gününü Almanya’nın farklı yerlerini gezerek geçirir. Yine böyle günlerden bir gün gazetede ilanını gördüğü sergiye gider. Bu sergi Raif’in hayatının dönüm noktası olacaktır. Bu sergide gördüğü bir tablodan çok etkilenir. Güzel bir kadının portresi olan bu tabloyu görmek için Raif her gün sergiye gider. Yine tabloyu seyrettiği bir gün yanına bir kadın gelerek Raif’e neden her gün tabloyu seyrettiğini sorar. Raif kadının yüzüne bakmadan tablodaki kadını annesine benzettiği yalanını söyler.
Raif, bir arkadaşı ile gezerken sergide konuştuğu kadına denk gelir. Sonraki gün, kadını gördüğü yerde onu beklemeye başlar ve kadın geldiğinde onu takip eder. Kadının Atlantik adında bir gece kulübüne girdiğini görür. Raif, kadının arkasından gece kulübüne girer ve takip ettiği kadını sahnede görür. Kadın sahnede keman çalıp şarkı söyledikten sonra Raif’in masasına gelerek adının Maria Puder olduğunu ve sergideki resmin kendi portresi olduğunu söyler. Bu tanışma olayından sonra Raif ve Maria Puder arkadaş olurlar. Maria Puder, Raif’i en başından aralarında duygusal bir yakınlaşma olmayacağı konusunda uyarır. Ancak Raif için çok geçtir. Bu arkadaşlık süresince birçok kez buluşup park ve bahçelerde dolaşırlar. En sonunda Maria Puder’de Raif’e aşık olduğunu kabul eder. Bu ikilinin birlikteliği Türkiye’den gelen bir telgraf ile yarım kalır. Telgrafta Raif’in babasının öldüğü ve işlerin başına geçmesi gerektiği yazılıdır. Raif, Havran’a döner ve işleri düzene soktuktan sonra Maria’yı yanına aldırmayı planlar ve bir süre mektuplaşırlar. Ancak Maria’dan gelen mektupların arkası kesilir. Raif, Maria’dan hiçbir haber alamaz ve terk edildiği kanaatine varır. Eski, sessiz hayatına geri döner.
Raif, yıllar sonra Maria Puder’in kuzeni ile karşılaşır. Kuzeninden Maria’nın yıllar önce öldüğünü ve yanındaki kız çocuğunun Maria’nın kızı olduğunu öğrenir. Raif, bu kız çocuğunun kendi kızı olduğunu anlasa da hiçbir şey yapmaz ve trenin arkasından kızının gidişini izler.
2. Orhan Kemal: Eserlerinde tarlada çalışan ırgatların, fabrikadaki işçilerin, köyden kente göç eden gurbetçilerin acıklı hikayelerini gerçekçi bir şekilde anlatır. Ekmek Kavgası adlı öykü kitabı ile Baba Evi, Bereketli Topraklar Üzerinde ve Murtaza adlı romanları tanınmıştır.
Öykü ve romanlarında günlük yaşamın değişik yönlerini işledi. Kahramanlarını çoğunlukla sömürülen, yoksul insanlardan ( tarlada çalışan ırgatların, fabrikadaki işçilerin, köyden kente göç eden gurbetçilerin acıklı hikayelerini ) seçti. Bu insanların yaşamlarını, sorunlarını, iç dünyalarını yansıtırken kinsiz, sevecen, umutlu bir yaklaşım benimsedi. ” Babaevi “nde çocukluk yıllarını, “Avare Yıllar “da gençliğini anlattı. Eserlerinin hemen hepsinde toplumsal yapıdaki çelişkileri ustaca vurguladı. Güçlü gözlem gücüyle, özgün ve yalın anlatımıyla hâlâ çok okunan ve sevilen eserler yarattı. Eselerinde hızlı bir olay akışı ve devingenliğin yanı sıra “diyaloglara” ağırlık verdiği dikkat çeker. Sanatının olgun döneminde daha çok Adana yöresindeki toprak ve fabrika işçilerini konu aldı. Çukurova’nın toplumsal ekonomik yapısındaki değişimin yöre halkı üzerindeki etkilerini inceledi. Ailesi 1971’den itibaren adına “Orhan Kemal Roman Armağanı” vermeye başladı. Ekmek Kavgası adlı öykü kitabı ile Baba Evi, Bereketli Topraklar Üzerinde ve Murtaza adlı romanları tanınmıştır.
ESERLERİ
ÖYKÜ: Ekmek Kavgası 1949, Sarhoşlar 1951, Çamaşırcının Kızı 1952, 72. Koğuş 1954, Grev 1954, Arka Sokak 1956, Kardeş Payı 1957, Babil Kulesi 1957, Dünyada Harp Vardı 1963, Mahalle Kavgası 1963, İşsiz 1966, Önce Ekmek 1968, Küçükler ve Büyükler (ölümünden sonra) 1971.
ROMAN: Baba Evi 1949, Avare Yıllar 1950, Murtaza 1952, Cemile 1952, Bereketli Topraklar Üzerinde 1954, Suçlu 1957, Devlet Kuşu 1958, Vukuat Var 1958, Gavurun Kızı 1959, Küçücük 1960, Dünya Evi 1960, El Kızı 1960, Hanımın Çiftliği 1961, Eskici ve Oğulları 1962 ( Eskici Dükkanı adıyla 1970), Gurbet Kuşları 1962, Sokakların Çocuğu 1963, Kanlı Topraklar 1963, Bir Filiz Vardı 1965, Müfettişler Müfettişi 1966, Yalancı Dünya 1966, Evlerden Biri 1966, Arkadaş Islıkları 1968, Sokaklardan Bir Kız 1968, Üç Kağıtçı 1969, Kötü Yol 1969, Kaçak (ö.s.) 1970, Tersine Dünya (ö.s.) 1986.
OYUN: İspinozlar 1965, 72. Koğuş 1967
ANI : Nazım Hikmet’le Üç buçuk Yıl 1965
Murtaza: Çukurova’ya Yunanistan’dan gelmiş bir muhacir olan Murtaza, parada pulda gözü olmayan bir şahıstır. Mübadeleyle Türkiye’ye gelenler topraklarını satıp zengin olsalar da kendisi olamamıştır. Erkek kardeşi zengin olmuştur. Kız kardeşi ile kendisi ise İstanbul’a gelmiştir. Murtaza Çukurova’da gördüğü bir kızla evlenmiştir ve bir mahalleye bekçi olmuştur. İşini iyi yapan Murtaza kimseye göz açtırmamaktadır ve bu nedenle mahalleli ondan kurtulma çareleri aramıştır. Daha sonra da bir fabrikanın gece kontrollüğünü yapmıştır. Kız çocuklarından sonra erkek evladı da olan Murtaza çocuğuna haşan adını koymuştur. Kendi şehit olmayı çok isteyen Murtaza, oğlunun da asker olmasını istemektedir. Murtaza çalıştığı fabrikada disiplininden dolayı sevilmemektedir. Yetkileri artan Murtaza’nın oğlu ise babasının istediği gibi bir çocuk olamamıştır. Bakkaldan ekmek çalan Haşan mahkemeye çıkartıldığında Murtaza onun affedilmemesini ve cezasını çekmesini söyleyerek salonu da terk etmiştir.
Bereketli Topraklar Üzerinde: Ç. köyünün erkekleri her yıl olduğu gibi çevredeki iş bölgelerine çalışmaya giderler. İflahsızın Yusuf da Köse Hasan ve Pehlivan Ali ile birlikte yola çıkmıştır. Üç arkadaş trene binerek Çukurova’ya giderler. Burada bir hemşehrilerinin yardımıyla fabrikaya alınırlar ancak Köse Hasan fabrikanın ağır ve pis havasına dayanamaz ve kısa sürede ölür. Yusuf ile Ali ise haksızlıklara başkaldırıdan Irgat başı haraç da istemiştir. Düzene baş kaldıran iki arkadaş sonunda fabrikadan atılırlar. Günlerce iş arayan iki arkadaş bir inşaatta iş bulurlar. Ali bir şoförün metresine takılır. Bütün parasını onunla yer. Parasız kalınca bir çiftlik ağasının yanında iş bulur. Üç kişinin yaptığı işi tek başına yapan Ali burada ağa tarafından iyice kullanılır. Sonunda bitkin düşen Ali ayaklarını patoz’a kaptırır ve kan kaybından ölür. Ağa ise ona yardım bile etmez. Yusuf ise çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile inşaatta sevilir. Onu bırakmak istemezler. Ancak köye dönüş vakti gelir. Ayna, tarak ve gaz ocağını alarak köyüne döner. Arkadaşlarını kaybettiği için üzüntülüdür ama artık mesleği olduğunu düşündüğü için umutludur.
Hanımın Çiftliği: Sınıflar arası mücadeleyi anlatması ve işçi bir kızın hanım olma sürecinin masaya yatırması açısından önemlidir.
Muzaffer Bey çiftlik sahibi bir adamdır. Çiftlikte metresiyle Gülizar tüm işleri çevirmektedir. Muzaffer Bey’in yeğeni Ramazan ise evlenmek için şehirden Güllü isimli bir kız getirmiştir. Gülizar, beyin Güllüyü görmemesi için her şeyi yapsa da engel olamaz ve Güllüyü gören bey ona hayran kalır. Onunla evlenmek isteyen bey, karşısına çıkan Ramazan ile Gülizar’ı çiftlikten atar. Köylü ise başta Habib olmak üzere Muzaffer Bey’e toprak davasından dolayı diş bilemektedir. Güllü ile evlenen Muzaffer Bey’in ondan çocuğu da olur. Ancak pusuya düşürülen Muzaffer Bey köylüler tarafından öldürülür. Habib suçlu gibi görünse de kanıtlanamadığı için yakalanmaz. Çiftliğin hanımı Güllüdür artık ve kendisi Serap Hanım olarak tanınır. Daha sonra köylülerle birlikte, Habib çiftliği ateşe verir. Canını zor kurtaran Güllüyü Habib yolda yakalar. Kimseye şikâyet etmeyeceğine söz veren Güllü ölümden kurtulur.
72. Koğuş: Uzun hikâye formunda yazılmasına rağmen daha sonra oyunlaştırılan eser, II. Dünya Savaşı yıllarında bir cezaevi trajedisini yazarın kendi cezaevi deneyiminden yola çıkarak anlatması açısından önemlidir.
72. Koğuş Adembabalar olarak da anılmaktadır. Adam öldürmek ve hırsızlık yapmaktan sabıkalı olan fakir ve kimsesiz kişiler bu koğuşta kalmaktadır. Ahmet Kaptan cinayetten tutukludur ve yıllar sonra annesi 150 lira göndermiştir. Bu para beton üstünde yatan, izmaritine zar atan fakir insanların bulunduğu koğuşta büyük mutluluk uyandırır. Ahmet Kaptan bu parayla fasulye pişirtir, sigara aldırır, çay yaptırır. Koğuşta her akşam tencere kaynamaya başlar. Koğuştakiler serseri değildir artık ve gardiyanlara bile kafa tutmaya başlarlar.
Ahmet Kaptan’ın has adamı olmaya çalışanların arasında da bir rekabet başlar. Etrafındakiler paradan nemalanmaya çalışırlar ve Kaptan’ın parayı çoğaltması için kumar oynaması gerektiğine ikna ederler. Kaptan parayı arttırma düşüncesinden dolayı Sölezli’nin koğuşunda kumar oynar. Kumarda da kazanan Kaptan’ın Adembabalar Koğuşu iyice zenginlemeye başlar. Bobi adlı bir hükümlü ise para söğüşlemek için kadınlar koğuşundaki Fatma ile Ahmet Kaptan arasında bir ilişki ortaya çıkarır.
Ahmet Kaptan’a Fatma’nın sürekli kendisinden bahsettiğini söyler ve onun ağzından mektuplar yazar. Ahmet Kaptan âşıktır artık. Ancak Fatma’nın tahliye olması ile Ahmet Kaptan hep onun yolunu gözler. Artık zar atmayan Ahmet Kaptan gittikçe de fakirleşmeye başlar. 72. Koğuş’takiler de bundan etkilenir. Her şeyleri satılır, yatakları bile. Ahmet Kaptan ise ceketini bile Fatma üşümesin diye kendisini kandıranlara verir ve bir sabah kış mevsiminde cezaevi demirlerine yapışmış halde ölü olarak bulunur.
3. Kemal Tahir: İlk dönem romanlarında gerçekçi bir yaklaşımla köy-kent sorunlarına, hapishane yaşamına yer veren yazar daha sonraki yıllarda tarihsel ve siyasal içerikteki romanlarıyla tanınmıştır.
Edebiyatımızın en üretken romancılarındandır. Romanlarıyla Anadolu insanının yaşamını, sorunlarını, töre ve inançlarını toplumsal – gerçekçi bir bakış açısıyla sergiledi. Konularını Çankırı ve Çorum dolaylarından, Kurtuluş Savaşından , eşkıya menkıbelerinden , ağalık sisteminin kurduğu sömürü düzeninden , hapishane yaşamından , köy ve kent sorunlarına uzanan toplumsal ve psikolojik olaylardan aldı. İlk kitaplarında daha çok köy ve köylü sorunlarına eğildi.Daha sonra Türk tarihinin ve özellikle yakın tarihin olaylarını ele aldı. “Devlet Ana”da, kuruluş sürecindeki Osmanlı toplumu ve yönetim sistemini, ” Kurt Kanunu “da Atatürk’e karşı düzenlenmek istenen İzmir suikastini, ” Rahmet Yolları Kesti ” ve “Yedi Çınar Yaylası”nda ağalık kurumu ve eşkıyalık olgusunu inceledi. ” Yorgun Savaşçı “da Anadolu’daki başsız, öndersiz ulusal güçlerin birleşip Ulusal Kurtuluş Savaşı’na başlamasına kadar geçen dönemi anlattı. “Bozkırdaki Çekirdek”te de köy enstitüleri üzerinde durdu. Kemal Tahir’in düşüncelerindeki çıkış noktası Marksist görüş ile Türkiye gerçeği arasındaki bağlantı sorunuydu
ESERLERİ:
(Öykü), Göl İnsanları /
(roman) Sağırdere, Kadınlar Koğuşu, Esir Şehrin İnsanları, Devlet Ana, Yorgun Savaşçı, Rahmet Yoları Kesti
Yorgun Savaşçı: Anadolu’nun paramparça edildiği 1918-1919 yıllarında idealist Türk subayının, ölümü hiçe sayarak katlandığı fedakarlıkları gösteren gerçekçi bir yapıt olması açısından önemlidir.
Üç bölümden oluşan eserin birinci bölümünde “Cehennem Topçu” denilen Cemil bir Alman subayı olan Von Kros Paşa’nın hediye ettiği dürbünle Çerkez Reşit Bey’in, Kuvayi Milliye düşmanlarınca öldürüldüğünü görmüştür. Cemil, Osmanlı ordusunun barınma evini ziyarete gider ve orada yaralıları görür, arkadaşlarıyla konuşur. Arkadaşlarından Selim’in bir bacağı yoktur. Cemil teyzesinin kızıyla evlenir. Ancak bazı arkadaşları onun mutlu anında bile, kendisinin yer aldığı birliklerin başarısızlığından bahsederek moral bozarlar. Cemil gemiyle Bandırma’ya geçer. Yurdun işgal edilen yerleri için çareler arar. Cemil’in çabaları, millî mücadeleye gönül veren Anadolu halkının azmiyle düşman yurttan atılır. Ülkeyi düşmandan temizleyen birliklerin geçişini izleyen Cemil’in gururlu tablosuyla roman sona erer.
Devlet Ana: Romanın adı romanın kahramanlarından Devlet Hatun’dan alınmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerine Osmanlı Devleti’nin temellerinin atılması destansı bir şekilde anlatılmıştır.
Ertuğrul Bey’in at bakıcısı Demircan’ın sevgilisi Liya’nın yanında öldürülmesiyle olaylar başlar. Atla gezintiye çıkan Kerim ve Orhan Bey’in bu olayı görmesiyle herkesin bu cinayetten haberi olur. Kerim, Demircan’ın kardeşidir ve gördüğü bu olay karşısında şok geçirir. Demircan’ın annesi Bacıbey ise intikam ateşi ile yanıp tutuşmaktadır. Bu sırada da Ertuğrul Gazi ölmüş ve oymağın beyliğini Osman Bey üstlenmiştir. Bacıbey oğlu Kerem’in, abisinin yerini almasını ister. Bu amaçla Kerim kılıç derslerine başlar. Orhan Bey’le birlikte Kaptan Çavuş’tan kılıç dersi alan Kerim, Kaptan Çavuş’un güzel kızı Aslıhan ile duygusal bir ilişki yaşamaya başlar. Osman Bey ise zamanının ulularından Şeyh Edebali’nin kızı Bâlâ Hatun’la evlenir. Edebali’nin kızı olan Bâlâ Hatun, Osman Bey’in ikinci hanımıdır. Orhan Bey de Nilüfer Hatunla evlenme kararı almıştır. Orhan Bey Nilüfer Hatun’la, Kerim de Aslıhan’la evlenirler.
Esir Şehrin İnsanları: Ülkesinin sorunlarına duyarsız kalan bir aydının sonradan duyarlı hale gelmesini anlatan bir Milli Mücadele romanıdır.
1916 yılında Kamil Bey’in Ispanya’dan ülkeye dönmesi ile roman başlar. Bu tarihlerde Osmanlı toprakları işgal altındadır. Kâmil Bey Karadayı gazetesinde çalışmaya başlar. Milli Mücadele’ye gönül vermiş olan Nedime Hanım da bu gazetede çalışır. İstanbul’un Anadolu’daki milli mücadele ile bağlantısı bu gazetedir. Kâmil Bey gün geçtikçe Milli Mücadele ruhunu kavramaya başlar. İşgal kuvvetlerinin saldırı planını ele geçiren Nedime Hanım ve arkadaşları bu planı Anadolu’ya ulaştırmaya çalışırlar. Bu işi Kamil Bey üstlenir. Ancak içlerindeki ajanlar nedeniyle yakalanırlar. Paşa oğlu olması nedeniyle kendisine ceza verilmez. Ancak büyük mevkiler teklif edilmesine rağmen bile sorgusunda Nedime Hanım ve arkadaşlarını ele vermez.
4. Yaşar Kemal: Eserlerinde özellikle Çukurova köylüsü ile Güney ve Doğu Anadolu insanını çeşitli yönleriyle anlatmıştır. Anlatımında halk türkülerinden, masal ve efsanelerinden faydalanmış; bu yüzden de destansı lirik bir üslup kullanmıştır. Bu anlatım tarzının tipik örneği İnce Memed romanıdır.
Yapıtlarında Torosları, Çukurova’yı, Çukurova insanının acı yaşamını, ezilişini, sömürülüşünü, kan davasını, ağalık ile toprak sorununu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.Anlatımdaki coşku , betimlemelerindeki renklilikle dikkati çeker.Bu anlatım tarzının tipik örneği İnce Memed romanıdır. Gözlem yoluyla geliştirdiği kişilerinin çoğu öğrenim görmemiş , topraksız , geçim sıkıntısı çeken köylülerdir. Kişilerine bir öykü , roman gerçeği olarak değil , yaşayan , iç dünyası olan insanlar olarak baktı. Kişilerin dış görünüşlerini ana çizgileriyle verirken iç dünyaları , ruhsal durumları üzerinde önemle durdu.Üsluba çok önem verdi. Masal ve efsane dilini çağdaşlaştırarak kullandı. Destansı lirik bir üslup kullandı. Yerel söyleyişlerden , şiirsel betimlemelerden yararlanarak yalın ve akıcı bir dil kullandı. Doğa betimleri , özlülük , canlılık , coşku ve şiirselik onun anlatımını özgün yapan unsurlardır.
ESERLERİ :
ROMAN: Teneke (1955-1987) , Beyaz Mendil (1955) ,İnce Memed I (1955-1989)
Namus Düşmanı (1957) , Ala Geyik (1959) , Ölüm Tarlası (1966) , İnce Memed II (1969-1988) ,Yılanı Öldürseler (1981) , İnce Memed III (1984-1988) , İnce Memed IV (1987/1989) , Ortadirek (1960-1989) , Demirciler Çarşısı ,Cinayeti (1974-1990) ,Yumurcuk Kuşu (Kimsecik I, 1980-1988) , Kale Kapısı (Kimsecik II, 1985-1987) ,
Yer Demir Gök Bakır (1963-1990) , Üç Anadolu Efsanesi (1967-1987) , Ölmez Otu (1968-1988) ,Ağrı Dağı Efsanesi (1970-1990) , Çakırcalı Efe (1972-1986) ,Yusufçuk Yusuf (1975-1990) ,Al Gözüm Seyreyle Salih (1976-1990) , Kuşlar da Gitti (1978-1990) , Deniz Küstü (1978-1990) ,Hüyükteki Nar Ağacı (1982-1990)
ÖYKÜ: Sarı Sıcak (1952-1987)
İnce Memed: Yaşar Kemal’in dünyaca ünlü bir yazar olmasını sağlaması, birçok dile çevrilmiş olması ve Anadolu’da anlatılan eşkıyaların yaşamının okuyucuyla buluşturulması açısından önemli bir romandır.
Küçük yaşta babasını kaybeden Memed, annesi ile Değirmenoluk köyünde yoksullukla mücadele etmektedir. Abdi Ağa ise sürekli olarak annesini ve kendisini dövmektedir. Memed bu zulme dayanamayınca köyden kaçar ve Kesme Köyü’nden Süleyman’a sığınır. Abdi Ağa tarafından tekrar köye getirilse de Memed kasabaya gittiğinde eşkıya olan Koca Ahmet ile tanışır. Buradaki hayat Memed’i çok etkiler. Abdi Ağa ise yeğenini Memed’in sevdiği Hatçe ile evlendirmek ister. Memed Hatçe’yi kaçırır. Abdi Ağa’yı yaralar, yeğenini de öldürür. Çetelere katılan Memed bu olaydan sonra eşkıya olur. Hatçe, Abdi Ağa’nın ayak oyunları ile tutuklattırılır ve hapse atılır. Hatçe’yi Memed yeniden kaçırır. Hatçe doğum yapar ancak jandarmalarla çıkan çatışmada öldürülür. Memed ise köye gelerek Abdi Ağa’yı öldürür.
Yılanı Öldürseler: 1950 yılında Kozan Hapishanesi’nde tutuklu bulunduğu yıllarda tanıştığı bir çocuğun hayat hikâyesinden esinlenerek yazmıştır.
Esme ile Abbas aşk yaşamaktadır. Abbas, Esme uğruna birkaç kişiyi yaralar ve hapse düşer. Halil ise bunu fırsat bilerek Esme’yi kaçırır ve onunla evlenir. Hapisten çıkan Abbas, Halil’i öldürerek Esme’yi kaçırır. Ancak kendisi de dağda jandarmalar tarafından vurulur. Esme ise evine döner. Ailesi Esme’nin ölmesini istemektedir. Ancak kimse buna cesaret edemez. Bu işi Esme’nin yedi yaşındaki oğlu Hasan’ın yapmasını isterler. Aile sürekli olarak Esme hakkında Hasan’a yalanlar söyler. Bu söylentilerle günlerini geçiren Hasan, daha sonra annesini öldürür. Hapse düştüğünde, kaldığı hapiste bir yazarla tanışır ve ona yaşadıklarını anlatır. Hasan hapisten çıkınca kendine bir yaşam kurar ve zengin olur.
Yer Demir Gök Bakır: Yalak köylüleri bu sene Çukurova’da yeterince pamuk toplayamazlar ve bundan dolayı da Bakkal Adil Efendi’ye borçlarını ödeyemezler. Koca Halil ise pamuk zamanını geç haber verdiği için köylü tarafından öldürüleceğinden korkar. Ancak köylü onu önemsemeyince gururuna yediremez ve köyü terk eder. Köylü Adil Efendi’ye borçludur. Bu sene borçları ödeyemeyecekleri için eşyaları alınmasın diye köylüler değerli eşyalarını toprağa gömerler. Adil Efendi’ye köylünün eşyalarını toprağa gömdüğünü söyleyen ise Sefer Efendi’dir.
Taşbaşoğlu ise köyü tarafından ermiş bir şahıs olarak düşünülür. Memidik, Taşbaşoğlu’nu dağda arkasında yedi top ışıkla gördüğünü söyler. Muhtar ise ikili oynamaktadır. Adil Efendi’ye köylülerin borçlarını bağışlamamasını ister. Taşbaşoğlu ermişlik nedeniyle halkı dolandırdığı iddiasıyla jandarma tarafından tutuklanır. Karlı bir gece jandarmanın elinden kaçarak sırra kadem basar. Koca Halil başka bir köyde saklanmakta, köylüler ise Adil Efendi’yi beklemeye devam etmektedirler.
Ağrı Dağı Efsanesi: Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı efsanesini bağlı olduğu halk söylenceleri ile , insan psikolojisi , aşk hikayesi ile kaleme aldığı özgün eseridir.
Ahmet bir gün evinin önünde bembeyaz bir at bulur ve sahiplenir. Atın sahibi Mahmut Han, atının Ahmet’de olduğunu öğrenir. Ahmet’den atını ister fakat Ahmet Hak’tan armağan olduğunu ve kendisinin olduğunu savunur ve atı vermez. Sinirlenen Mahmut Han Ahmet’i bulması için adamları ile yola çıkar fakat gittiklerinde Sofi’den başka kimseyi bulamazlar. Sinirli olan Mahmut Han onu alıp zindana attırır. Sofi kaval çalar ve güzel çalışını Gülbahar’da dinlemek için zindana sürekli gidip onu ziyaret eder.
Mahmut Han , Ahmet’i bulması için birini görevlendirir. Sonunda bulunan Ahmet, Mahmut Han’ın huzuruna davet edilir. Mahmut Han atını yeniden ister ve Ahmet hakkı olduğunu söyleyip atı vermek istemez. Ahmet de bu kararı sonucu zindana atılır. Halk Ahmet’i haklı bulmaktadır ve arkasındadır. Zindanda Gülbahar ile karşılaşırlar ve aşık olurlar. Mahmut Han bunu duyunca deliye döner. Gülbahar , Ahmet’i serbest bırakması için Memo’ya rica eder. Memo bir saç teli karşılığında onu serbest bırakacağını söyler. Saç telini verir. Ahmet serbest kalır . Halk Ahmet’in yanında olduğu için bu aşka karşı çıkan Han ; ” Ağrı Dağı’nda ateş yakarsan kızımı veririm ” der. Bu arada Mahmut Han Memo’nun yaptığını öğrenir ve öldürtmek için adamlarını yollar yenileceğini anlayan Memo kayalardan atlayarak intihar eder.
Mahmut Han halkın baskına dayanamayıp Ahmet’i affettiğini açıklar. Gülbahar’ı alan Ahmet , Küp Gölü yakınlarında bir mağarada ateş yakarlar . Ahmet , Gülbahar’a Memo’ya ne verdiğini sorar, bir şey vermediğini söyleyen Gülbahar ısrar sonucu saç telini söyler. Ahmet gururuna yediremez ve kendini Küp Gölü’nün sularına bırakır. Gülbahar’a kavuşamadan veda eder.
5. Fakir Baykurt: Yazmaya şiirle başladı. Orhan Veli çizgisinde ama köy hayatı içerikli şiirler yazdı. 1950’den sonra öykü ve romana yöneldi. Ona göre öykü, ” yazıldığı dönemin tarihsel, toplumsal renklerini, özelliklerini içermeli az da olsa belge işlevi yüklenmelidir.” İlk öykü kitabı ” Çilli “den başlayarak öykülerinde kesitleri değil geniş açılımları, bir anın olayını değil geniş dönemlerin olaylarını işledi. Romanlarında Türkiye’deki köylü yaşamını halkçı ve devrimci bir bakış açısıyla ele aldı. Köylünün bilinci ve bilinçaltındaki istekleri, tepkileri, çelişkileri yansıttı. 1950-1970 döneminde etkili olan ” köy edebiyatı hareketi ” nin önde gelen temsilcisi oldu.
Köy enstitülü bir yazar olarak sosyalist-gerçekçi bir çizgide köyü ve köylüyü, gurbetçilerin yaşamını oldukça canlı bir şekilde anlatan yazarın öykülerinin yanı sıra özellikle Yılanların Öcü, Kaplumbağalar, Tırpan, Koca Ren ve Yüksek Fırınlar adlı romanları ünlüdür.
ESERLERİ:
ROMAN: Yılanların Öcü (1954), Irazca’nın Dirliği (1961), Onuncu Köy (1961), Amerikan Sargısı (1967), Tırpan (1970), Köygöçüren (1973), Keklik (1975), Kara Ahmet Destanı (1977), Yayla (1977), Yüksek Fırınlar (1983), Koca Ren (1986), Yarım Ekmek (1997).
ÖYKÜ: Çilli (1955), Efendilik Savaşı (1959), Karın Ağrısı (1961), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Garajı (1970), On Binlerce Kağnı (1971), Can Parası (1973), İçerdeki Oğul (1974), Sınırdaki Ölü (1975), Gece Vardiyası (1982), Barış Çöreği (1982), Duirsbug Treni (1986), Bizim İnce Kızlar (1992), Dikenli Tel (1998)
Yılanların Öcü: Köy gerçeğini anlatan en başarılı yapıtlarımızdandır.
Anadolu’nun ücra köylerinin birinde yaşayan Bayram ve annesi Irazca, çok küçük bir toprak parçası ile yaşam mücadelesi verirler. Onurlu ve dürüst olan Bayram’ın işleri gittikçe iyi olmaktadır. Kendi hallerinde yaşayan bu ailenin yaşamı, evlerinin önüne Haceli’nin ev yaptırma isteği ile allak bullak olur. Onlara göre Haceli’nin evinin bütün pisliği kendi evlerine akacaktır. Köyün muhtarının da çıkarı için Haceli’nin yanında olması işleri iyice sarpa sardırmıştır. Bayram’ın muhtarın evinde öldüresiye dövülmesi, bardağı taşıran son damla olur. Köye gelen kaymakama tüm olup bitenleri anlatan Irazca evin yapılmaması kararını çıkarttırarak rahatlar. Ancak tüm bu olan olaylardan dolayı da Irazca aklını kaybetmiştir.
Kaplumbağalar: Köy sorunları ve gerçeklerinin kaplumbağaların sembolize edilerek anlatıldığı bir romandır. Tozak adlı çorak bir köyde, köylülerin alın teriyle meydana getirdikleri bağlara devletin el koymasıyla köylünün düştüğü sıkıntılar anlatılmıştır.
Ankara’ya 100 km uzakta bulunan çorak topraklara sahip Tozak köyünün sakinleri, köyün öğretmeni eğitmen Rıza öncülüğünde aylarca çalışarak verimsiz toprakları bağ haline getirirler. Bağdan çıkan üzümlerle şarap yaparlar. Çalışmanın karşılığını alan köylüler, topraklarına bir bereket geldiğini düşünürler. Kaplumbağalar da sıcak güneşin yakıcı etkisinden kurtulmak için bağa toplanmaya başlamışlardır. Köye toprakları ölçmek için kadastro komisyonu gelir. Komisyon tüm bağların devlete ait olduğunu söyler. Devlet adına çalışan hiç kimse köylülere yardımcı olmaz. Köylüler ise el konulacağını düşündükleri bağlarını nefret duygularıyla beraber sığırlarına talan ettirirler. Köy eski bakımsız haline döner. Köylülerin ümitleri yıkılır. Bozulmuş bağlardan çıkan kaplumbağalar da eskisi gibi yakıcı güneşin altında kalır ve köyü terk ederler.
Eşekli Kütüphaneci: Mustafa Güzelgöz adlı bir kütüphanecinin eşeğiyle köylere kitap taşıması ve karşısına çıkan engeller romanın konusunu oluşturur.
1921 doğumlu Mustafa Güzelgöz, Ürgüp’te sıradan bir kitaplık görevlisidir. Küçüklüğünden itibaren kitap okumaya âşık bir adamdır. Kendi kurduğu futbol takımına kitap okumayanları almayan Mustafa Güzelgöz, her köye bir kitaplık kurmaya çalışır. Ama elde olmayan imkânlar ve karşılaştığı zorluklar neticesinde bir eşeğin üstüne koyduğu 200 kitapla köylere kitap götürür. Kısa zamanda 36 köy dolaşan Mustafa Güzelgöz, “Eşekli Kütüphaneci” olarak adlandırılır. Tüm Türkiye ve dünya onu tanımaya başlar. Üniversitelerde kütüphanelerin temelini atan kişidir. Ancak çalışmaları bilinmeyen güçler tarafından kesilir. Mustafa Güzelgöz’e göre bu güçler yukarısıdır ve halkın aydınlanmasını istemezler. Zorunlu olarak emekli edilir ve yalnız yürüdüğü bu yola yalnız veda eder.
Onuncu Köy: Romanda, adı zikredilmeyen öğretmenimizin köyden köye sürülmesi ana konuyu oluşturur ve on köy dolaştığı için roman Onuncu Köy olarak adlandırılır.
Her gittiği köyden sürülen öğretmen aydınlanmanın, ilerlemenin sembolü olarak anlatılmış bir şahıstır. Öğretmen dinin insanları uyuşturduğunu düşünür. Gittiği yedinci köy Damalı’dır. Burada zengin-yoksul ayrımı vardır. Köyün ağası Durana ile köyün öğretmeni karşı karşıya gelir. İnsanlar köyde haksız yere toprak sahibi olmaktadırlar. Öğretmen ayak oyunları ile köyden sürülür hatta öldüresiye de dayak yer. Gittiği köyde öğretmenliği bırakır ve Demirci Veli’nin yanına çırak olarak girerek meslek öğrenir. Bu köyde de haksızlıklara tahammül edemez ve burada evlendiği Gülşen ile köyden ayrılır. Yaşarköy’de ise köylülere saldıran kuşlar ve kuşların karşısında köylüyü uyutan imam vardır. İmam köylülere saldıran kuşların Allah tarafından gönderildiğini ve onlarla mücadele etmemeleri gerektiğini söyler. Öğretmen ise köylüleri kuşlara karşı mücadele ettirerek köylülerin zafer kazanmasını sağlar. Köyde kendisini Promete olarak gören öğretmen, halkı uyandırdığı için çok mutludur.
6. Aziz Nesin: Öykülerinde Türk toplumunu ayrıntılarıyla yansıtır. Eserlerinde genellikle toplum ve birey yaşamını uyumsuz duruma düşüren olaylar , yöneticiler , çıkarcılar , vurguncular , kendini bilmezler , cahiller yer alır.Alay , eleştiri , yergi taşlama gibi gülmece unsurlarıyla süslediği anlatımında halk edebiyatının ana öğelerinden yararlanmış , masalımsı bir dünya oluşturmuştur..Eksiklikleri düzeltmeyi ve toplumu bilinçlendirmeyi amaç edinmiştir. Gözlem ve izlenimleriyle toplumsal ve bireysel aksamalardan gülmeceye varmıştır. Türk edebiyatında çağdaş mizah yazarlığı tekniklerini geliştiren, genç mizah yazarlarının doğmasına yol açan bir yazardır.
ESERLERİ :
ŞİİR:Sondan Başa (1984) ,Sevgiye On Ölüme Beş Kala (1986) , Kendini Yakalamak (1988) ,Hoşçakalın (1990) , Sivas Acısı (1995)
HİKAYE: Geriye Kalan (1948) ,İt Kuyruğu (1955) ,Yedek Parça (1955) ,Fil Hamdi (1955) , Damda Deli Var (1956) , Koltuk (1957) ,Kazan Töreni (1957) , Toros Canavarı (1957) , Deliler Boşandı (1957) , Mahallenin Kısmeti (1957) , Ölmüş Eşek (1957) , Hangi Parti Kazanacak (1957) , Havadan Sudan (1958) , Bay Düdük (1958) ,Nazik Alet (1958) , Gıdıgıdı (1959) , Aferin (1959) , Kördöğüşü (1959) , Mahmut ile Nigar (1959) ,Gözüne Gözlük (1960) , Ah Biz Eşekler (1960) , Yüz Liraya Bir Deli (1961) , Bir Koltuk Nasıl Devrilir (1961) , Biz Adam Olmayız (1962) , Sosyalizm Geliyor Savulun (1965) , İhtilali Nasıl Yaptık (1965) , Rıfat Bey Neden Kaşınıyor (1965) , Yeşil Renkli Namus gazı 81965) , Bülbül Yuvası Evler (1968) , Vatan Sağolsun (1968) , Yaşasın Memleket (1969) , Büyük Grev (1978) , Hayvan Deyip Geçme (1980) , 70 Yaşım Merhaba (1984) , Kalpazanlık Bile Yapılamıyor (1984) , Maçinli Kız İçin Ev (1987) ,Nah Kalkınırsın (1988)
ROMAN: Kadın Olan Erkek (1955) , Gol Kralı Sait Hopsait (1957) , Erkek Sabahat (1957) , Saçkıran (1959) ,
Zübük (1961) ,Şimdiki Çocuklar Harika (1967) , Tatlı Betüş (1974) , Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977)
Surname (1976) , Tek Yol (1978)
ANILAR: Bir Sürgünün Hatıraları (1957) , Böyle Gelmiş Böyle Gitmez (1. Bölüm 1966, 2. Bölüm 1976) ,
Poliste (1967) , Yokuşun Başı (1982) , Salkım Salkım Asılacak Adamlar (1987) , Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990)
MASALLAR: Memleketin Birinde (1987) , Hoptirinam (1960) , Uyusana Tosunum (1971) , Aziz Dededen Masallar
OYUNLAR: Biraz Gelir misiniz (1958) , Bir Şey Yap Met (1959) , Toros Canavarı (1963) ,Düdükçülerle Fırçacıların Savaşı (1968) , Çiçu (1970) , Tut Elimden Rovni (1970) , Hadi Öldürsene Canikom (1970)
Beş Kısa Oyun (1979) , Bütün Oyunları (Adam Yayınları)(1982)
7. Rıfat Ilgaz: 1943’te ilk kitabı “Yarenlik” yayınlandı. Şiirleri olağanüstü ilgi gördü. 1940 kuşağı yazarların eserlerine yer veren “Yürüyüş” dergisinin sorumlu yönetmenliğini üstlendi. Aziz Nesin’le “Markopaşa” dergisinin çıkarılmasına katıldı, yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1952’de “Adembaba” isimli mizah dergisini çıkardı. Dolmuş, Taş, Karikatür, Şaka gibi dönemin ünlü mizah dergileriyle, Yeni Gazete’de yazılar yazdı. Asıl ününü 1959’da Türkiye’deki eğitim sistemini eleştirmek amacıyla yazdığı “Hababam Sınıfı” adlı kitapla kazandı. Çok tutulan ve tekrar tekrar basımı yapılan bu öyküler dizisi, tiyatro ve birçok kez sinemaya da uyarlandı. 1952-1960 arasında siyasi baskılar nedeniyle gerçek ismiyle yazamadı. 1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ve şiir yayınlama özgürlüğüne kavuştu. Vatan, Demokrat İzmir, Yeni Gün, Yeni Ulus gazeteleri ile Akbaba dergisinde yazdı. 1970’te Basın Şeref Kartı aldı. 1974’te emekli oldu. Cide’ye yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde tekrar gözaltına alındı. 70 yaşında olmasına rağmen gözleri bağlanarak gerekçesiz sorguya çekildi ve bir aydan fazla gözaltında tutuldu. Tutukluluğu sona erince ölümüne kadar İstanbul’da yaşadı. İlk şiirleri ile yazıları, Kastamonu’da yayınlanan “Nazikter” ve “Açıksöz” dergileri ile “Güzel İnebolu”, “Güzel Tosya”, “Samsun” gazetelerinde çıktı. Kişisel duygularını yansıttığı ölçülü uyaklı bu dönem şiirlerini sonraki kitaplarına almadı. 1940’lardaki toplumsal gerçekçi şairler kuşağının en önemli temsilcisi. Siyasal ve ideolojik sorunları yalın bir dille ortaya koydu, insanların yaşantılarını, gösterişsiz bir dille yansıttı.
ESERLERİ
Şiir kitapları:
Yarenlik (1943) , Sınıf (1944) , Yaşadıkça (1948) , Devam (1953) , Üsküdar’da Sabah Oldu (1954) , Soluk Soluğa (önceki kitaplarından seçmelere eklemelerle,1962) , Karakılçık (1969) , Uzak Değil (1971) , Güvercinim Uyur mu (1974) , Kulağımız Kirişte (1983) , Ocak Katın Alagöz (1987) Ömer Faruk Toprak Ödülünü kazandı.
Romanları:
Karadeniz’in Kıyıcığında (1969, önce oyun olarak çıktı,1965) , Karartma Geceleri (1974) , Sarı Yazma (1976) , Yıldız Karayel (1982) ile 1982 Madaralı Roman Ödülü’nü ve 1982 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı
Tiyatroları:
Basılmış oynanmamış veya oynanmış, yayınlanmamış oyunları da olan Ilgaz’ın tiyatro türünde en ünlü eserleri Hababam Sınıfı (ilk oyun.1966, bas.1967) ve Hababam Sınıfı Uyanıyor, Hababam Sınıfı Baskında, Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (ilk oyun.1969, Ibiş oyunuyla, bas.1971) , Abbas Yola Gider (1971) adlı kitaplarıdır.
Mizah:
Önce iki hikaye kitabı çıkardı: Radarın Anahtarı (1957) , Don Kişot Istanbul’da (1957) : sonra iki roman: Hababam Sınıfı (1957,10. b.1972, filme de alındı: 1975) ve Pijamalılar (Bizim Koğuş) (1959) . Bunları, gene mizah türünde pek çok hikaye izledi: Kesmeli Bunları (1969) , Nerde O Eski Usturalar (1962) , Saksağanın Kuyruğu (1962) , Şevket Usta’nın Kedisi (1965) : Geçmişe Mazi (1965) , Garibin Horozu (1969) ve 1972’de çıkan on kitap: Altın Ekicisi, Palavra, Tuh Sana,
Çatal Matal Kaç Çatal, Bunadı Bu Adam, Keş, Al Atını, Hababam Sınıfı Baskında, Hababam Sınıfı Uyanıyor.
Daha sonra yayımlanan mizah türündeki kitapları, Palavra (hikayeler,1982) ,
Rüşvetin Alamancası (1982) , Çalış Osman Çiftlik Senin (hikayeler,1983) , Sosyal Kadınlar Partisi (hikayeler 1983) ,
Apartıman Çocukları (roman,1984) , Hoca Nasrettin ve Çömezleri (roman,1984) , Hababam Sınıfı Icraatin îçinde (1987) , Şeker Kutusu (1990) , Dördüncü Bölük (1992)
Anılar:
Yokuş Yukarı(1982) , Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra(1986)
Güncel:
Nerde Kalmıştık (1984) , Cart Curt (1984) köşe yazılarını topladığı kitaplarıdır.
Çocuk kitapları:
Halime Kaptan (1972) Kumdan Betona (1976) , Öksüz Civciv (1979) , Bacaksız Kamyon Sürücüsü (1977) , Cankurtaran Yılmaz (1979) , Bacaksız Sigara Kaçakçısı (1980) , Bacaksız Okulda (1980) , Bacaksız Tatil Köyünde (1980) , Bacaksız Paralı Atlet (1980) , Küçükçekmece Okyanusu (1983) , Apartıman Çocukları (1984) , Çocuk Bahçesinde(1993)
Karartma Geceleri: Roman 1944 yıllarındaki Türkiye’nin genel bir profilini çizmektedir. 1944 yılında ülkede, ekmek, şeker, yakacak gibi temel ihtiyaç maddeleri karneye bağlanmış durumdadır.
Şair ve edebiyat öğretmeni olan Mustafa Ural yazdığı şiir kitabı nedeniyle aranmaktadır. Kitabı toplatılmış kendisi de yakalanırsa hapse atılacaktır. Üstelik Mustafa Ural hastadır. Bu yüzden hemen teslim olmak istemez. İstanbul’un soğuk ve karartılmış sokaklarına, eş dost evlerine sığınarak kaçmaya çalışmaktadır.
8 – SAMİM KOCAGÖZ : 1942-1945 arasında Lozan Ünivesitesi’nde sanat tarihi eğitimi aldı. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret Okulu’nda edebiyat, Devlet Konservatuvarı’nda sanat tarihi dersleri verdi. Söke’de çiftçilikle uğraştı. 1950’den sonra İzmir’e yerleşti. İlk romanı İkinci Dünya 1938’de yayınlandı. Servet-i Fünun Uyanış, Ses, Hep, Bu Topraktan, Vatan, Fikirler, Yenilikler, Yeditepe gibi dergilerle Demokrat İzmir gazetesinde yayınlanan öyküleriyle ünlendi. 1950’de Yeni İstanbul gazetesi ve New York Herald Tribune gazetesinin ortaklaşa düzenlediği Dünya Hikaye Yarışması’nda “Sam Amca” öyküsüyle birincilik kazandı. Güçlü gözlemlerine dayanarak köy ve kasaba insanlarının sorunlarını, günlük yaşamlarını ve duygularını yalın bir dil ve gerçekçi tutumla yansıttı. Ölümünden sonra adına bir öykü ödülü kondu.
ESERLERİ :
ROMAN: İkinci Dünya (1938) , Bir Şehri İki Kapısı (1948) , Yılan Hikayesi (1954) , Onbinlerin Dönüşü (1957) , Kalpaklılar (1962) , Doludizgin (1963) , Bir Karış Toprak (1964) , Bir Çift Öküz (1970) , İzmir’in İçinde (1973) , Tartışma (1974) , Eski Toprak (1988)
ÖYKÜ: Telli Kavak (1941) , Sığınak (1946) , Cihan Şoförü (1954) , Ahmet’in Kuzuları (1958) , Yolun Üstündeki Kaya (1964) , Yağmurdaki Kız (1967) , Alandaki Delikanlı (1978)
DENEME: Roman ve Yazarlık Onuru (1983)
Kalpaklılar: 1919’dan 1922’ye kadar uzanan milli mücadele yılları destansı bir şekilde anlatılmıştır.
İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmek üzeredir. Anadolu’da ve Ege’de direniş vardır. Haşan Tahsin Bey ve Yusuf da vatan için savaşan kişilerdendir. Yunanlılar’ın İzmir’e çıkmasıyla Rumların sevinç gösterileri taşkınlıklara dönüşür. Haşan Tahsin üzerlerine bomba atarak ilk kıvılcımı ateşler ve oracıkta şehit olur. Arkadaşı Yusuf da çatışmaya başlar daha sonra onların elinden kaçmayı başarır. Yusuf olup bitenleri Türk Ocağı’ndakilere aktarır. Artık savunma başlamıştır. Yusuf çarpışırken de nişanlısı Nemide onu yalnız bırakmaz. Yusuf’un ailesinin köyü de saldırıya uğramıştır. Kız kardeşi şehit düşmüştür. Mustafa Kemal ise tüm engellemelere rağmen Anadolu’da çalışmalara başlamıştır. Darülfünun talebesi Talip ise Paşa kızı ile gönül ilişkisi yaşayarak İstanbul hükümetinin bilgilerini Anadolu’ya sızdırma amacındadır. Paşa kızı Müjgan ise bu durumu tahmin eder ve kendisinin Mustafa Kemal yanlısı olduğunu söyleyerek onlara yardımcı olur. Müjgan’ın babası da daha sonra onlara katılacaktır. İstanbul işgal edilir. Kuvayi Milliye ise Anadolu’yu savunur.
Doludizgin: Süvari birlikleriyle düşmanın yurttan kovulma sahnelerinin çokluğuyla Doludizgin adını alan roman, Kurtuluş Savaşı’m anlatmasıyla önem kazanır.
Sökeli Mehmet, çok sevdiği atının elinden alınması korkusuyla gizlice Söke’ye gider. Asker kaçağı diye yakalanır. Babası ise bunu utanç saydığı için atı bir kurşunla öldürür. Sökeli Mehmet kurtulduğunda tekrar asker olmanın yolunu bulur. Anadolu’da çatışmalar şiddetlenmiştir. İstanbul’daki gelişmeleri Anadolu’ya haber eden vatansever Talip, teşkilat tarafından her yerde aranmaktadır. Müjgan ise Talip’e yardım etmektedir. Anadolu’ya gidişini ailesinden bile saklayan Müjgan bir mektup bırakır, önce İstanbul hükümetinin adamı olan paşa babası ise kızıyla gurur duyar. Müjgan İngiliz gemisinin batırılması hadisesinde şehit olur. Türkler I. ve II. İnönü savaşlarını kazanırlar ve Büyük Taarruz’a hazırlanırlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulması ve Türk ordusunun Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni kazanılması sonucunda Mustafa Kemal’in emri ile yurdun dört tarafı düşmandan temizlenir. Yusuf kolunu kaybeder ve binbaşı olur. Salih Efe karısına, Yusuf da nişanlısına kavuşur.
9 – TALİP APAYDIN : 1926’da Ankara Polatlı’nın Ömerler beldesinde dünyaya geldi. Şiir, öykü ve roman yazarı. Çifteler Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde öğrenim gördü. Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli il ve ilçelerde öğretmenlik yaptı. İlk şiirleriyle öyküleri 1945, 1946’da Köy Enstitüleri dergisinde yayınlandı. Yoğun bir duygusallıkla toplumcu şiirler yazdı. Ardından roman ve öyküye yöneldi. Köy edebiyatını izleyen yazarlar arasında yer aldı. İlk romanı “Sarı Traktör”de tarımda makineleşme konusuna umutla yaklaştı. Yarbükü’nde ise köylüler arasında toprak ve su çekişmelerinin olduğu zorlu yaşam koşullarını anlattı. Öykü ve romanlarında doğa betimlemeleriyle birlikte insan ilişkilerini de kendi doğallığı içinde yansıttı. Anı, oyun, çocuk edebiyatı türlerinde de eserler verdi.
ESERLERİ :
Şiir : Susuzluk (1956).
Hikâye : Ateş Düşünce (1967), Öte Yandaki Cennet (1972), Koca Taş (1974),
0 Güzel İnsanlar (Çocuklar için hikâyeler, 1978), Yolun Kıyısındaki Adam (1979), Duvar Yazılan (1981), Kökten Ankaralı (1981), Yangın (Çocuklar için, 1981).
Roman : Sarı Traktör (1958), Yarbükü (1959), Emmioğlu (1961), Ortakçılar (1964, 1974),
Ferhat ile şirin (Halk için roman, 1965), Toprağa Basınca (Çocuklar İçin, 1966), Define (1972),
Yol Duvar (1973), Toz Duman İçinde (1974), Tütün Yorgunu (1975), Kente İndi Idris (1981),
Vatan Dediler (1981).
Hâtırat : Bozkırdaki Günler (1952), Karanlığın Kuvveti (1967J.
Tiyatro : Bir Yol (1966).
Radyo oyunu : Yapılar Yapılırken, Otobüs Yarışı (Basılmadı).
Sarı Traktör: Tarımda makineleşmeyi anlatan önemli bir romandır. Konu olarak Ankara’ya bir köy olan Kıraçözler Köyü’nde yaşayan Arif’in traktör alma konusunda babası ve çevresiyle olan mücadelesi ve en sonunda da istediği traktörü alması işlenmiştir.
Ankara’ya bağlı Özler köyünde köylüler geçimini tarım ile uğraşarak sağlamaktadırlar. Köyün toprağı kıraçtır. Tarlalarda çalışanlardan biri de Arif adlı bir gençtir. Bütün işi elle yapan Arif, bir gün Yakup’un Ali’den tarla için traktör ister. Ali bunu kabul eder. Arif traktöre ve çıkardığı sese hayran kalır. Babası izzet ise varsıl biri olmasına rağmen Arifin traktör istediğine karşılık vermez, izzet hasta bir babadır, mide ağrısı çekmektedir. Köyün öğretmeni de İzzet ile traktör alması konusunda konuşur. Kabul ettiremeyince kasabada yaşayana ve nüfuzu olan Haşan Bey’den İzzet ile konuşması için rica edilir. Araya Haşan Bey girince traktör alınır. Traktör alma süreci de zor olur. Uzun zaman beklenir, izzet, almama konusunda dirense de sonunda öküzleri satarak traktörü alır. Traktör köye kışın gelir. Kar yağmıştır. Arif traktörü köylüye gösteremeyeceği için üzgündür ama sabah büyük bir kar kütlesini temizler ve traktörü dışarı çıkarır. Herkes buna hayret ederler ve köylüler Arifin de sarı bir traktörü olduğunu söyleyerek gülüşürler.
Tütün Yorgunu: Ektiği tütünlerin karşılığında değerini alıp almayacağı kaygısını güden ve hem yoksulluk hem de tütünlerini düşünmekten ruhsal bir bunalım yaşayan Ağ Osman’ın yaşam öyküsü romanın konusudur.
Köyde yaşayan Osman, aceleci bir şahıstır. Her işini hemen görüverir. Eşi Durdu ve kız Dürdane ile tarlada çalışmaktadır. Eşi ve kızını yavaş oldukları için sürekli uyaran Ağ Osman, tarlada çalışırken birden bir titreme hali almıştır. Eşi ve kızı telaşlanmış ve yardım istemişlerdir. Osman sürekli titremekte ve bağırarak tütünleri sayıklamaktadır. Cami hocasıyla muhtarda Osman’ın yanına gelmiştir. Ağ Osman onlara defolun diye bağırmıştır. Osman’ı Keçeci Dede’ye götürmeye karar verirler.
Keçeci Dede koynuna para koyulmasını ve kurban kesilmesini şart koşarak onu bir odaya direğe bağlamıştır. Koynundaki parayı almış, direğin etrafında bir iki defa dönmüş ve kesilen kurbanın da yarısını götürmüştür. Ancak yine iyileşemeyen Osman, tekrar bağırmaya ve titremeye başlamıştır. Sürekli “tütün, tütün” diye sayıklamaktadır. Köye gelen sağlık memuru Adil Efendi ise Osman’ı Keçeci Dede’ye götürdükleri için kızmıştır ve onu Samsun’a bir ruh doktoruna götürmelerini istemiştir. Bir öküz satıp samsunun yolunu tutan ailesi, Doktor Sulhi Bey’e muayene ettirmişlerdir. Sulhi Bey hastanede yatması için onlara yardım etmiş ve sorunun temelinin yoksulluk olduğunu söyleyerek burada kalırsa biraz düzeleceğini düşünmüştür. Ailenin ise tütün dizmekten başka çaresi yoktur.
Yarbükü: Otoriteye, sertliğe boyun eğmeye alışmış köylümüzün gerçekçi bir portresi çizilir.
Remzi çelimsiz bir çeltikçidir. Çeltik tarlası vardır. Yarbükü’n de ki en büyük çeltik tarlasının sahibidir. Buna rağmen tarla komşuları ile su yüzünde sürekli tartışıp durur. Yine de kimseyi kırmak istemez , zaten gücü de yetmez sözü de geçmez . Remzi bu sebeple Bükün ağası değil de maskarası durumuna düşer , herkes onunla dalga geçer. Remzi için hayat zaten zor gidiyorken bu arada bir de tarla komşusu Haydar hapishaneden çıkar . Haydar Bükün en geniş çeltik tarlasına sahip olan Remzi’nin elinden tarlasını kaba kuvvetle elinden almayı planlar. Remzi tüm bu olanlara karşılık veremeyecek kadar zayıf ve ürkektir. Haydar’ın burada hesaba katmadığı şey ise her insanın bir sabrı bir sınırı olduğudur. Olanlar karşısında Haydar’ı çifte ile vurur. Romanda otoriteye, sertliğe boyun eğmeye alışmış köylümüzün gerçekçi bir portresini çizen ise Remzi oluyor.
10 – SADRİ ERTEM (1898-1943)
Babasının subay oluşu nedeniyle çocukluğunu Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli kentlerinde geçiren Sadri Ertem, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Kurtuluş savaşı yıllarında Anadolu’da ‘Hakimiyet-i Milliye’ ve ‘Yeni Gün’ gazetelerinde yazıişleri müdürlüğü, ‘Son Telgraf’ gazetesinde ise başyazarlık yaptı.
İstanbul’da çeşitli okullarda felsefe hocalığı yaptı. 1927 yılından ölünceye kadar pek çok dergi ve gazetede hikayeleri, incelemeleri yayınlandı. Matbuat Umum Müdürlüğünde Memleket İşleri Müşaviri olarak çalışırken 1939 yılında Kütahya milletvekili seçilerek parlamentoya girdi.
İlk yazıları henüz yaşındayken dönemin önde gelen gazetelerinden “Tercüman-ı Hakikat”te yayınlanan Ertem’in ilk hikayesi 1917’de Genç Yolcular’da çıktı. Konularını toplumsal sorunlardan alan; işçilerin yaşamlarını, sömürülmelerini, kapitalizmin rekabetçi döneminin üretim ilişkilerini, bunun sonucunda küçük üreticinin zor duruma düşmesini anlattığı “Bacayı İndir Bacayı Kaldır” adlı kitabı yazarın edebiyata bakışının da yansımasıdır aynı zamanda. Eleştirel gerçekçilik akımının önde gelen yazarları arasında yerini alan Sadri Ertem, yazılarında edebiyatın çeşitli sorunlarını maddeci felsefenin etkisinde ve eleştirel gerçekçi bir sanat anlayışı doğrultusunda kuramsallaştırmaya yöneldi. Köy yaşantısını değişik bir gözle getiren hikayelerinde aynı zamanda işçi-işveren çelişkilerini işleyen konulara yer vermesi, yaşadığı dönem ve koşullar göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Sadri Ertem günümüzün beğeni ölçüleri içinde belgesel yönü ağır basan sanatçı sayılabilse de estetik yönden kusurlar taşıyan eserleri, gene de gerçekçilik anlayışını kendisinden sonra yaratılan ürünlerine açılan yeni bir yol olmak niteliği gösteren bir düzeydedirler Ertem’in eserlerinden bazıları Rusça, Fransızca, Almanca, İngilizce, Yunanca, Çince ve Arapça’ya çevrilmiştir. 12 Kasım 1943’te Ankara’da öldü.
ESERLERİ
Çıkrıklar Durunca (roman tefrikası ve kitabı, 1931), Silindir Şapka Giyen Köylü (hikaye, 1933),
Bacayı İndir, Bacayı Kaldır (hikaye, 1933), Bir Varmış Bir Yokmuş (roman, 1933),
Korku (hikaye, 1934), Düşkünler (roman, 1935), Bay Virgül (hikaye, 1935), Bir Şehrin Ruhu (hikaye, 1938), Yol Arkadaşları (gezi türü romanı, 1945).
Diğer Eserleri (Gezi Notları-Fıkra-Deneme)
Türk İnkılabının Karakterleri, Modern Avrupa İktisat Tarihi, Hibe, Politika Felsefesi, Fikir ve Sanat, Avrupa’nın İskeleti, Propaganda I-II, Bir Vagon Penceresinden, Ankara-Bükreş
Çıkrıklar Durunca: Çıkrıklar Durunca edebiyatımızda toplumcu gerçekçi bakış açısıyla yazılmış ilk romandır.
Ekonominin can damarlarından olan dokuma tezgahlarının bitişi ve Avrupa imalatının gelişmesi gibi farklı bir konuyu ele alması açısından önemlidir.
Adaköylü Hasan ile Hatice birbirine aşıktır. Hasan gurbete çıkınca Hatice de evlendirilir. Hasan gurbet dönüşü Hatice ile köyden kaçar ve uzun bir yol yürüdükten sonra bir dergaha sığınırlar. Sıddıkzade ise köyü çıkarcı ağasıdır. Kurnaz, çapkın ve zorba bir ağadır. Hem zengin hem de hükümette adamlarının olması nedeniyle kimse ona bir şey yapamamaktadır. Eskiden Hatice’ye asılmış ama yüz bulamamış olmasından dolayı Hatice’yi dere kenarında dövmesi de başına buyruk hareket etmesinin göstergesidir. Hatice yediği dayaktan dolayı ölür. Hasan ise Dergah’ta çobanlık eder. Sıddıkzade’ye kini olan Hasan, yünleri satmak için İstanbul’a gider. Tüm yurtta Avrupa’nın ucuz mallarının kullanıldığını ve çıkrıkların durduğunu görür. Hasan ile beraber tüm köylü Avrupa mallarına karşı mücadele başlatır ve hükümetle bile savaşırlar. Sıddıkzade de Avrupa’dan gelme ucuz dokuma ürünleri satmaya başlar. Halkın alması için çok çeşitli hilelere başvurur ama halk örgütlenmiş, Avrupa malı almamış ve Avrupa mallarını törenle meydanda yakmıştır. Kinlenen Sıddıkzade ise hükümeti Adaköy’de oturan halka karşı kışkırtmıştır. Köylüler ise eski eşkıyalardan Pazvantoğlu kumandasında Devrek’i sonra Mengen’i işgal ederler. Ancak hükümet kuvvetleri olayları bastırır. Sıddıkzade ise köylülerin evini ateşe vermesiyle ölür. Dergah ise askerler tarafından yerle bir edilir, çıkrıklarda tiftik işleyenler yenilerek Avrupa imalatı güç kazanır.
11. MAHMUT MAKAL: 1950’de “Köy Edebiyatı” akımını başlatan Türk yazar, şair ve öğretmen.
Makal, 1930 yılında Aksaray ilinin Gülağaç ilçesi Demirci Kasabası’nda doğdu. 1943 yılında İvriz Köy Enstitüsü’ne başladı. Edebiyata şiirle başladı. İlk olarak 1945’te “Türk’e Doğru” ve 1946’da “Köy Enstitüsü” dergilerinde şiirler yazdı. Varlık Dergisi’ndeki Köy Notları ile dikkat çekti. 1947’de İvriz Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra 6 yıl köy öğretmenliği yaptı. 1950 yılında öğretmenlik yıllarındaki gözlemlerini Bizim Köy adlı bir kitapta yayınlayarak büyük yankı uyandırdı. Köy Edebiyatı akımının başlangıcı olarak anılan bu kitap nedeni ile tutuklanıp bir süre cezaevinde kaldı. Öğretmenlikten sonra 1953 yılında Ankara Gazi Enstitüsü’ne girdi ve o yıllarda Fransa’da Avrupa Sosyoloji Merkezine araştırma yapmaya gitti. 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden İstanbul adayı oldu. Sırasıyla Antalya, Ankara ve Adana bölgesinde İlköğretim Müfettişliğinde bulundu. 1971’de İstanbul Sağır ve Dilsizler Okulu’nda Türkçe öğretmeniyken görevi bıraktı. 1971-1972 yılları arasında Bizim Köy Yayınları’nı yönetti. 1972 yılında Venedik Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi.
Meslek hayatı 17 yıl sürdü. Kitapları ve düşünceleri yüzünden mahkemelerde yargılandı ve bir müddet cezaevinde yattı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından müfettişliği elinden alınarak tekrar öğretmenlik statüsüne indirildi ve Sağırlar Okulu’na atandı. Eserlerinden bazıları Almanca, Rusça, Fransızca, İngilizce, Macarca, İtalyanca, Bulgarca, Lehçe, Romence ve İbranice gibi çeşitli dillere çevrildi. Makal 1967’de Unesco tarafından dünya gençliğine örnek insan olarak seçildi.
ESERLERİ
Bizim Köy, 1950, 1966 UNESCO ‘Dünya Kültürüne Hizmet Ödülü’
Köyümden, 1952 (Hayal ve Gerçek adıyla 1957’de yeniden basıldı)
Memleketin Sahipleri, 1954 Kuru Sevda, 1957 17 Nisan, 1959 Köye Gidenler, 1959
Kalkınma Masalı, 1960 Eğitimde Yolumuz Nereye, 1960 İplik Pazarı, 1964 Kamçı Teslimi, 1965
Ötelerin Havası, (1965 Halktan Ayrı Düşenler (1965) Köpeksiz Köy (1965)
Yer Altında Bir Anadolu, 1968) Bu Ne Biçim Ülke, 1968 Zulüm Makinesi-Öğretmen Kıyımı, 1969
Kokmuş Bir Düzende, 1970 Açlık Pınarı, (1973)
Değişenler (Bizim Köy, 1975), 1977 Türk Dil Kurumu ödülü Karanlığı Zorlayanlar, 1976
Köy Enstitüleri ve Ötesi, 1979 Bir İşçinin Günlüğünden, 1980 Hayal ve Gerçek-Değişenler (1987)
Ağlatı (Denemeler, 1989) Faust’un Dediği (1990) Anımsı Acımsı (1990)
Bakırdaki Kıvılcım (1992) Köy Enstitüleri ya da Deli Memedin Türküsü (1993)
Bizim Köy: Yayınlandıktan sonra tepkileri üzerine çeken, köy gerçeklerini dile getiren ve köy hayatını anlatan diğer romanların başucu eseri olarak kabul edilen bir romandır.
1940’larda Orta Anadolu’nun iki yoksul köyünde yaşananlar ve köylülerin yoksullukları anlatılmıştır. Köylerden biri yazarın kendisinin köyü, diğeri ise yazarın kendi köyüne 10 saatlik yürüme mesafesindeki köydür. Bu köyde 18 yaşında öğretmenliğe başlamıştır. Geçim derdindeki köyden ve köylüden manzaraları anlatan yazar birçok konuyu belli başlı bölümler halinde okuyucusuna aktarmıştır. . İlkel teknolojiyle yürütülen tarım ve hayvancılık, beslenme bozuklukları, devlet ile köylünün ilişkileri, başlık parası konusu, yanlış değer yargıları, din sömürüsü, işsizlik gibi konular eserde anlatılmıştır. Köye gelen öğretmen yerine yabancı bir hafıza daha yakın duran köylünün yaşadıklarına değinilir.