CUMHURİYET DÖNEMİNDE ROMAN 3
Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Sanatçılar:
Bireyin iç dünyasını esas alan yazarlar, insan gerçekliğini farklı bir bakışla anlatmak, modern hayatın insan üzerindeki etkilerini tespit etmek için psikoloji, psikoanalitik (psikoanaliz) gibi bilimlerden ve dolayısıyla Freud’un görüşlerinden faydalanmışlardır.
Yazarlar, bireyin iç dünyasını anlatmak için, düş analizi (bireyin gördüğü rüyayı içerik olarak çözümlemek) ve bilinç akışı (insanın zihninden geçirdiklerini, çağrışımları, sınır koymadan, doğrudan peş peşe anlatmak) yolarından yararlanmışlardır.
Bireyin iç dünyasını esas alan eserlerde; bunalım, yabancılaşma, bireyin toplumla hesaplaşması, yalnızlık, sıkıntı, bilinçaltı, bireysel sorgulamalar, evrenin düzeni gibi konular ele alınır.
Mekân, olay ve zaman bireyin iç dünyasını esas alan eserlerde birey üzerindeki etkisiyle birlikte verilirken, toplumcu gerçekçi eserlerde toplumun sorunlarını, sınıflar arasındaki farklılıkları vermek için bir araç olarak kullanılır.
Bireyin iç dünyasını esas alan eserlerde çağrışımlara açık sanatsal bir üslupla ruh tahlillerine; toplumcu gerçekçi eserlerde halkın günlük konuşma diline, yerel söyleyişlere, açık ve sade bir anlatıma yer verilir.
PEYAMİ SAFA (1889 – 1961)
İnsanların bilinçaltını işleyen, Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşma anlayışıyla hesaplaşan ve Batılılaşmanın olumsuzluklarını öne çıkaran romanlar yazmıştır. Bu romanlarında oluşturduğu karakterler, genellikle ruhsal ve bedensel hastalıklar yaşar.
“Kültür Haftası” adlı bir dergi çıkarmıştır. Edebî değer taşımayan romanlarında Sever Bedi takma adını kullanmıştır.
Ekonomik nedenlerle Server Bedii takma adıyla Cingöz Recai adlı polisiye romanlar yazmıştır.
Eserleri:
Deneme: Eğitim – Gençlik – Üniversite
Makale: Sanat, Edebiyat, Tenkit
Roman:
Sözde Kızlar: Peyami Safa’nın ilk romanıdır. Sözde Kızlar Doğu-Batımedeniyet farklılığının yol açtığı değerler çatışmasının sosyal ve kültürel alanlarda yoğunlaştığı görülür. Ev halkının yaşam tarzı, başlı başına Türk toplumunun değeriyle çatışmaya zemin hazırlar. Yanlış batılılaşma bireyleri öyle bir dereceye getirir ki artık Avrupa’nın zevkleri bile onları tatmin etmez. Nevin, köpeği Napolyon’u Avrupalıların yaptığı gibi evin içinde her sabah besler, Türkçe yerine Fransızca konuşmayı tercih eder. Mebrure’nin gazetelerde memleketin vaziyeti hakkında haberleri okumasına kızarak makyajın inceliklerini öğrenmesi gerektiğini anlatır.
Bir Akşamdı: Doğu-Batı meselesi çerçevesindeki çatışmalara değişik bir yöntemle yaklaşılır. Avrupa hayranı bir kız ile bir erkeğin ahlaki, dinî, sosyal ve kültürel değerlere uyum gösterememesi romanın temel kurgusunu oluşturur. Batılılaşmanın yanlış algılanmasının ve uygulanmasının bireylerin dünyasında meydana getirdiği kimlik krizi Bir Akşamdı ’nın ayırt edici özelliklerindendir.
Canan’ da, birbirine zıt değerlere sahip iki ailenin hayat tarzlarıyla batılılaşma sürecinde ortaya çıkan iki kültürlü sosyal yapı verilir. Türkiye’den biri değilmiş gibi tanıtılan Şakir Bey, ailesiyle beraber Kadıköy’deki köşkünde her akşam misafir ağırlayarak Avrupai bir yaşam sürer. Amerikan şapkası takar, ecnebiler gibi sakalını keser. Dinî değerlerine bağlı Abdullah Bey ise ailesiyle beraber Vaniköy’de mütevazı bir yalıda oturur. Gerilimin yükselmesine neden olan, köşk ile yalıda yaşayanların dünya görüşlerinin birbiriyle çelişmesidir.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda,Doğu-Batı meselesi bağlamında değerler çatışması vardır. Hasta Çocuk ile uzaktan akrabası Paşa’nın Erenköy’de bulunan köşkündeki insanlar arasında geçer. Romanda köşk alafranga adetlerinin yerleştiği yer olarak tasvir edilir. İsmi verilmeyen çocuk, köşke istirahat etmek için geldiğinde kendisinden dört yaş büyük Paşa’nın kızı Nüzhet’e aşık olur. Paşa’nın kızıysa onunla evlenmek isteyen Doktor Ragıp Bey’le Avrupa’ya gitmeyi hayal eder
Fatih-Harbiye, Peyami Safa’nın Doğu-Batı meselesi üzerinde en fazla durduğu romanlarından biridir. Romanda geleneklerine bağlı Fatih semti ile modern hayatın Türkiye’deki giriş kapısı Beyoğlu’nun kültürel karşıtlıkları arasında bocalayan genç kız Neriman’ın ikilemleri işlenir. Doğu ile Batı medeniyetleri; inanç, müzik, toplumsal değerler ve yaşam tarzı bakımından mukayese edilir. Gençlerin Batı hayranlığı ve geleneklerden kopma nedenleri irdelenir.
Neriman ve Şinasi birbirini seven iki gençtir, ikisi de Fatih’te oturur ve ailece görüşürler. Tüm hesaplar ikisinin evleneceği üstünedir. Ancak Neriman’ın Batılı yaşama arzusu, Fatih semtini sevmemesi, Batı’yı temsil eden Harbiye’de oturma isteği ikisinin ayrılmasına neden olur. Bunda Harbiye’de oturan Macit’in de rolü vardır. Macit, Neriman’ı balolara davet etmektedir. Ancak bu renkli yaşamın bir sonunun olmadığını, bu yaşama sürüklenerek intihar eden genç kızın hikâyesine şahit olunca anlar. Neriman Batı yerine Doğu’yu tercih ederek Şinasi’ye geri döner ve onunla evlenir.
Bir Tereddüdün Romanı, I. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de ve Avrupa’da insanların yaşadığı ruhsal çöküntüyü anlatır. Peyami Safa’nın adına konuşan romanın kahramanı Muharrir, yazdığı kitaba hayran kalan Mualla’ya dünyanın genel gidişatı hakkında bilgi verir. Doğu-Batı meselesini daha çok Avrupa medeniyetinin neden olduğu savaşların, bireylerin dünyalarında meydana getirdiği yıkımlar ekseninde ele alır. Muharrir ile alafranga hayranı Vildan arasında Doğu-Batı meselesi bağlamında sosyal ve kültürel değerler çatışması yaşanır.
Mualla tavsiye üzerine bir roman okumaya başlar. Eser “Bir Adamın Hayatı” adını taşır. Romanda “Beni yalnız bırakmayınız!” cümlesi sık sık geçmektedir. Roman kahramanı alkol ve uyuşturucu kullanan ve otel odasında yalnızlığıyla baş başa kalan bir adamdır. Mualla bu eserin yazarı ile tanışmaya karar verir. Aile dostları Raif vasıtasıyla yazarla tanışır. Yazar Mualla’dan çok hoşlanır ve ona evlenme teklif eder. Mualla ise tereddüt içerisindedir. Zaman ister. Yazar ise o sırada Vildan adlı kimliği meçhul bir kadınla tanışır. Vildan yazarı hem şahsen hem eserleri vasıtasıyla iyi tanır ve onunla evlenmek ister. Ancak yazar Vildan’ın güven vermediğini düşündüğü için ondan uzaklaşmaya çalışır. Ancak Mualla’dan beklediği cevabın gelmemesi üzerine Vildan’la yalnızlığını gidermeye çalışsa da içindeki tereddüt onu bu düşüncesinden vazgeçirir. Vildan ise ondan ve İstanbul’dan ayrılır, izini kaybettirir.
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda, Ferit Batı hayranı babasından etkilenerek Türk milletinin sosyal ve dinî değerlerinden uzak bir hayat sürer. Babası, oğluna bütün Avrupa münevverlerinin kendisi gibi Allah’a inanmadığını iddiaederekonun fikir dünyasını şekillendirir. Babasının bu düşüncesinin tesirinde kalan Ferit, soyut olan her şeyi inkâr eder ve nihilist olur. Çevresindekilerle sağlıklı ilişkiler kuramaz ve toplumdan uzaklaşma ihtiyacı hisseder.
Ferit, II. Dünya Savaşı yıllarında tıp fakültesinden ayrılarak felsefe okumaya başlayan bir gençtir. Annesini ve iki ablasını veremden kaybetmiş olan Ferit yoksulluk içerisinde bir pansiyonda kalmaktadır. Kaldığı pansiyonda normal olmayan, çeşitli psikolojik olaylar yaşamaya başlar. Kafasındaki sorulara cevap bulamaz. Bunu felsefe okumasına bağlasa da yine de tatmin olmaz. Bu nedenle hoşlandığı Selma’ya bile bir türlü bağlanamaz. Pansiyonda kalan Yahya Aziz Bey, Ferid’e bilgisiyle yardımcı olmaya çalışır. Ferit bazı sorularına cevap bulmaya başlamıştır. Kendini toplayan Ferit, teyzesinden kalan mirasla da Büyükada’da bir pansiyonda kalmaya başlar. Bu pansiyonun ölmüş sahibesi Matmazel Noraliya’nın resmi karşısında mistik bir tecrübe hali yaşar. Matmazel Noraliya içinde yaşadığı bunalımdan tasavvufa sığınarak kurtulmuş, ermiş bir kadındır. Burada bu kadının hayat hikâyesini dinler ve ondan çok etkilenir. Yahya Aziz Bey’in telkinleri ile de huzura eren Ferit sevdiği Bayan Selma’ya tekrar döner.
Yalnızız’da, modernleşme sürecindeki Türkiye’de insanların yaşadığı ruhsal huzursuzluklar vurgulansa da batılılaşmanın beraberinde getirdiği birtakım yozlaşmalar, olay örgüsü içerisinde önemli bir yer tutar. Yazarın diğer romanlarında olduğu gibi Doğu-Batı meselesi iki erkek arasında bocalayan bir kadının yapacağı tercih çerçevesinde ele alınır. Bireylerin gelişen olaylar karşısında yaşadıkları ikilemler, hem kendileriyle hem dönemin toplumunda yaşanan çözülmelerle ilgili önemli bilgiler verir. Romanda Doğu-Batı meselesi ekseninde ahlaki ve sosyal değerler çatışması işlenir.
Samim, Mefharet ve Besim Yeşilköy’de babalarından kalma bir köşkte otururlar. Samim kendine has düşünceleri olan aydın bir kişi, Mefharet ise her şeyi büyüten bir mizaca sahip dul bir kadındır. Besim’in ise tek derdi midesi ve zevkleridir. Samim’in Meral’le geçmişe uzanan bir gönül ilişkisi vardır. Mefharet Hanım’ın kızı Selmin ile Ferhat’ın da gönül ilişkileri vardır ancak araları bozuktur. Mefharet Hanım Arnavutluk tartışmasından dolayı Ferhat’ı evden kovmuştur. Selmin ise bundan dolayı annesinden intikam alma peşindedir.
Mefharet hanım kızının hamile olduğundan şüphelenir. Bunun üstüne giden Mefharet kızının Samim’den hamile kaldığını düşünür. Samim’in günlüklerini Besim’le birlikte okurlar. Şüpheler daha da artarken Selmin kendisinin eve aldıkları ve yemek verdikleri “aç adam”dan hamile kaldığını söyler. Bu Selmin’in nişanlısı Ferhat’ı evden kovan annesinden intikam almak için oynadığı bir oyundur. Ferhat’ın kız kardeşi Meral’e Samim’in ilgisi de devam etmektedir. Ancak Meral, Feriha ile Fransa’ya kaçmaya çalışır. Bunu haber alan Ferhat kardeşini eve kapatır ve baskı uygular. İntihar etmeyi düşünen Meral ise kaza sonucu eteğine benzin döker ve yanlışlıkla ateş alan eteğinin tutuşması ile kendisi de kısa zamanda yanar ve ölür.
Biz İnsanlar: Fakir ve zengin iki ayrı tabakadan gelen insanların kavuşabilme hikayesini anlatması bakımından önemli bir romandır.
Orhan Şakir Boğaziçi’nde özel bir okulda öğretmenlik yapmaktadır. Okulda okuyan fakir öğrenci Tahsin’in attığı taşla yaralanan Cemil’i evine götürmüştür. Cemil yalıda oturan zengin bir ailenin evladıdır. Orhan Şakir yalıda kısa bir süre kalır ve bu esnada burada Vedia isminde güzel bir bayanla karşılaşır. Orhan Şakir okulda yaşanan bu yaralanma olayının kendisine de sıçraması neticesinde okuldan ayrılır. Parasız günler geçirir, evinde soğuktan donmak üzeredir. Arkadaşı Necati ise ona başka bir okuldan iş ayarlar ve ona yardımda bulunur. Necati’yle Beyoğlu’nda gezen Orhan, Vedia’ya rastlar ve Vedia onu yalıya davet eder. Yalıdakiler onu iyi karşılarlar, okuldan ayrıldığına üzüldüklerini söylerler. Vedia ile arkadaşlığını ilerleten Orhan’ın Rüştü adlı bir rakibi de vardır. Vedia’nın annesi zengin olan Rüştü ile evlenmesini ister. Orhan’a ise Elazığ’dan bir miras kalır. Zengin olmasına rağmen annesi yine evliliğe müsaade etmez. Vedia bir gün annesiyle tartışarak evden ayrılır ve hasta olur. Tüberküloz teşhisi konulan Vedia’nın yanına gelen Orhan, yaşadığı olayların ağırlığını kaldıramaz ve kalp krizi geçirerek ölür.
AHMET HAMDİ TANPINAR:
Huzur: Psikolojik bilinçaltını ortaya çıkarması ile konuşulmuş önemli bir romandır. Annesini ve babasını küçükken kaybetmiş olan Mümtaz, amcasının oğlu İhsan tarafından büyütülür. Mümtaz, Edebiyat Fakültesinde asistandır ve aynı fakülteden mezun Nuran’ı sever. Nuran dul bir kadındır ve Mümtaz’la evlenmeyi kabul eder. Ancak Nuran’ı seven Suat’ın kendisini asması üzerine, Nuran bu ölümün kendi yüzünden olduğunu düşünerek Mümtaz’la evlenmekten vazgeçer. Nuran eski kocasıyla tekrar bir araya gelme kararı alır ve bunun üzerine Mümtaz iyice ümitsizliğe düşer. Bir gün merdivenlerden çıkarken radyodan II. Dünya Savaşı’nın başladığı haberleri duyulmaktadır. Mümtaz ise merdivenlerde yere yığılır kalır.
Sahnenin Dışındakiler: Sahne dışının İstanbul, sahne içinin ise Anadolu olarak yansıtıldığı siyasi nitelikte bir romandır. Cemal üniversitede okumak için çocukluğunun geçtiği İstanbul’a yerleşir. Ancak çocukluğundaki güzel günlerden eser kalmamıştır çünkü İstanbul işgal altındadır. Eskiden oturdukları evini ziyaret eder ve orada lisedeki aşkı Sabiha’yı düşünür. Cemal İstanbul’dayken kültürü ve bilgisine hayran olduğu arkadaşı İhsan da yurtdışından İstanbul’a döner. Cemal, İhsan ve Sabiha çok sık görüşürler. Cemal; İhsan ve Sabiha arasındaki yakınlaşmadan oldukça rahatsızdır. Sabiha etrafındaki insanlardan etkilenerek kadın hakları ile ilgili düşünceler üzerine kafa yorar. İhsan ise dönemin siyasi oluşumlarından olan İttihat ve Terakki ile ilişki kurar. Onların bu dönemdeki arkadaşlıkları Sabiha’nın babasının tayininin çıkması üzerine sona erer. Anadolu’ya giden Sabiha’dan uzun zaman haber alınamaz. Sabiha ahlaksız bir adamla evlenmiştir. Cemal onu bulmaya karar verir. Aynı zamanda İstanbul’da da Milli Mücadele yanlılarının saflarına katılarak çalışmalara başlar. Cemal, Nasır Paşa’nın kâtibi olur ve onun anılarını yazar. Amacı ülkedeki pislikleri gün yüzüne çıkarmaktır. Romanın sonunda Nasır Paşa öldürülür. Cemal Sabiha’nın da izini bulmuştur. Fakat Sabiha çok yıprandığı için herkesten kurtulmak ister ve sahneye çıkan İlk Türk kadını olacağına dair bir not bırakarak izini kaybettirir.
Mahur Beste: Acı bir aşk hikâyesinin klasik musiki kalıpları ile soyutlanmasının ele alındığı önemli bir romandır. İsmail Molla dışa dönük bir kişilikken oğlu Behçet Bey dışa kapalı bir mizaca sahiptir. Kitaplar, musiki, saatler ilgilendiği şeylerdir. İsmail Molla ilmiye sınıfındandır ve oğlu Behçet’i de ilmiye sınıfından Ata Molla’nın kızı Atiye ile evlendirmiştir. İsmail Molla, Ata Molla, Sabri Hoca o dönem ilmiye sınıfının önemli şahıslarıdır. İlmiye sınıfı son derece yozlaşmıştır. Üç şahıs da kendi aralarında çekişmektedirler. Ata Molla özellikle yozlaşmanın temsilcisi olmuş olan şahıstır. Mülkiye mezunu olan Behçet Bey pısırık bir tip olması nedeniyle yıkımlar yaşayacaktır. Babasını, karısını ve kızını kaybeder. Bu süreçten sonra ise gördüğü rüyalar, ciltlediği kitaplar ve hangi zamanı gösterdiği bilinmeyen saatlerle hayatını yaşamaya devam eder.
Aynadaki Kadın: Bu roman Ahmet Hamdi Tanpınar yaşarken tamamlanmamıştır. Yazar öldükten sonra onun kendi notlarının toplanmasıyla oluşturulmuştur. Selim Baka İstanbul’un köklü ailelerinden gelen bir mirasyedidir ve “İflas” adında bir roman yazmaktadır. Oturduğu köşke dair derin hatıraları vardır ancak parasızlık nedeniyle köşkü satılığa çıkarmıştır. Leyla ise Selim’in eski sevgilisidir. Leyla’nın verdiği partiye katılan Selim toplumdan uzaklaşmış iş adamı, bürokrat, diplomat, ressam, politikacı ve yazarlardan oluşan birçok şahsı bu partide görür. Partide bulunanlar da büyük bir ahlak çöküntüsü vardır. Selim bu yüzden bu topluluğu Sodome’a benzetir. Bu topluluktaki kişilerin şahsında ülke siyasetine, sanatına, sosyal yaşamına büyük eleştiriler getirilmektedir.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü: Saatleri Ayarlama Enstitüsü, ironik sosyal roman tarzında Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından kaleme alınan bir eserdir. Türk modernleşme projesinin yirminci yüzyılın ilk yarısında Türk toplumu tarafından nasıl algılandığının sembolik bir eleştirisi olmasından dolayı önemli bir romandır. Konu olarak saat tutkusu olan Hayri İrdal ile Halit Ayarcı’nın kurduğu Saatleri Ayarlama Enstitüsü etrafında şekillenen olaylar ve kahramanların sıra dışı, ironik yaşamlarını işlemektedir. Bir saatçinin yanına küçük yaşta çırak olarak giren Hayri irdal’ın ustası rind, filozof bir sanatçıdır. Ondan çok fazla etkilenir. Birinci Dünya Savaşı başlayınca askere alınan Hayri İrdal, İstanbul’a dönünce evlenir. Karısı öldüğünde Pakize adlı bir bayanla yıllar sonra ikinci evliliğini yapar. İspritizmacılar Kulübü’ne üye olan Hayri İrdal’ın saatlere olan ilgisi hiçbir zaman bitmez. Tanıştığı Halit Ayarcı, kendisi için değişimin kapısını açan bir şahıs olmuştur. Halit de saatlere tutkundur. İki arkadaş “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü kurar.
Hayri artık gerçek mutluluğu bulmuştur. Kurdukları Enstitü kısa zamanda tanınır. Ünü dış ülkelere dek gider. Hayri bütün benliğini işine vermişken karısı Pakize, onu arkadaşı Halit ile aldatır ve bu ilişkiden de bir de kızı olur. Hayri İrdal bu durumun farkına bile varmaz. Kendi çocuğu sandığı kıza “Halide” adını koyar ve çocuğunu arkadaşı Halit’e benzettiğini de söyler. Enstitü ise kapatılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Romanın sonunda Halit bir kazada ölür. Hayri ise gerçekleri görmeye başlar.
TARIK BUĞRA (1918 – 1994)
Romanlarının büyük çoğunluğunda, hikâyelerinin de bazılarında kısmen veya tamamen Türkiye’de yaşanan sosyal, siyasal ve ekonomik değişimlerin Anadolu insanı açısından nasıl karşılandığını, bu değişimlerden Anadolu insanının nasıl etkilendiğini göstermiş, bu vesile ile de sözü edilen konularla ilgili görüşlerini ortaya koymuştur.
Eserleri:
Roman: Küçük Ağa, Kurtuluş Savaşı yıllarında, siyasal karar ve tartışma merkezlerinin uzağında, Kuvvacı/Millici denilen, ama ne oldukları, neyi temsil ettikleri pek bilinmeyen birilerinin açtığı savaşa katılıp katılmamanın vebalini tartarak bir karar verme durumunda kalan insanları anlatır. Asırlarır sadece “halife-i ruyi zemin”in, padişahın açtığı sancağın altında savaşılacağı bilgi ve inancıyla yaşamış taşra insanlarının, halife-padişah çağrısının yokluğunda ve işgal haberleri yayılırken yaşadıkları ikilemlerin, açmaz ve iç çalkantıların, kendileri ve kaderlerine sahip çıkma hakkında yeniden düşünmek zorunda kalışlarının hikayesidir. Tarık Buğra’nın kendi deyişiyle Küçük Ağa, destanlara yakışır bir konuyu ele almasına rağmen, destan değil, gerçekliği anlatan bir romandır. İttihatçıların ve Kuvvacıların değil, inanç ve gelenek kalıtıyla başbaşa, ilk kez kendisi ve kendi adına geleceği için karar vermeye çalışan bir ahalinin “kahraman”ı olduğu bir romandır.
Dönemeçte: Küçük Ağa’da bir dilim ekmek için yabancılardan yemek ve ekmek kabul edilirken Dönemeçte romanında kasabalı ve köylü fazlasıyla sahip olduğu parasını ne yapacağını, nereye kullanacağını bilemez. Kıtlık ve yokluğun içerisinden çıkıp rahatlığa kavuşan insanın şaşkınlığı ile har vurup harman savurur. Savaş bitmiş ve buğday altın değerine ulaşmıştır. Köylü sigaranın, içkinin en pahalısına saldırır. Köyünde elektrik olmadığı hâlde elektrikle çalışan buzdolabını tatar arabasına, kağnısına koyan evine götürür ve tel dolap yerine kullanır.
Osmancık: Tarık Buğra’nın Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu başarılı bir şekilde anlatması romanın en önemli yanıdır. Kara Osman – Ede Balı’ının söyleyişiyle Osmancık – Kayı Boyu’nun beyi olan Ertuğrul Gazi’nin en küçük oğludur. Ele avuca sığmayan bir çocuk, gururlu ve cesur bir gençtir. Osmancık, beyliğe karşı umursamaz hareketlerde bulununca babası diğer oğlu Gündüz’e Kayı Boyu’nun başına geçmesi için emek vermeye başlar. Osmancık’ın hayatı ise Şeyh Ede Balı ile tanışınca değişir. Kayı Boyunu kendisine önder seçen ve topraklarına yerleşen Uruz derviş ve ailesi, birçok aile gibi Osmancık’ı bey olarak görmek isterler. Osmancık Şeyh Ede Balı’yı ziyarete gittiğinde, onun kızı Malhun Hatun’a âşık olur ve onu babasından ister. Osmancık’ın kendisini olgunlaştırmasını düşünen Ede Balı, buna kanaat getirince kızını Osmancık’a verir. Ertuğrul Gazi de kendisini olgunlaştıran oğlu Osmancık’a Kayı Boyu Beyliği’ni verir. Osmancık kısa zamanda zekası ve cesaretiyle beyliği büyütür. Kendisinden sonra ise Orhan Bey başa geçer.
İbişin Rüyası: Emekli bir paşanın oğlu olan Nahifin tiyatro tutkusu sebebiyle evden kaçması ve acılarla, iniş çıkışlarla dolu hayatı anlatılmıştır. Zengin ve kültürlü bir ailenin çocuğu olan Nahifin babası emekli bir paşadır. Çocukken babası ile gittiği tiyatro oyunundan ve bu oyundaki bayan sanatçıdan oldukça etkilenen Nahifin içinde büyük bir tiyatro aşkı başlar. Bu tutku yüzünden okulda bütünlemelere kalarak babasından azar işiten Nahit, evden kaçar. Evden ayrılınca uzun zaman sefalet içinde yaşamaya başlar. Muhsin Bey Tiyatrosu’nda sürekli işe başlayan Nahifin durumu düzelince Nahit, Vedia adlı bir bayanla evlenir. Ancak savurganlık ve ilgisizlik nedeniyle eşinden ayrılır. Tiyatroda İbiş adlı rol ile tanınmaya başlayan Nahit, tiyatroya gelen Hatice’ye hastalıklı bir aşka tutulur. Nahifi hiçbir zaman çekemeyen Sadi, Hatice ile arasını bozmaya çalışır. Yaşamı istediği gibi gitmeyen Nahifin hayatındaki tüm bu olumsuzluklar ve derin acılar, Hatice’nin intihar etmesiyle daha da artar. Nahit bu intihar üzerine Nuran Tiyatrosu’nu kapatır ve bilinmezliklere yol alır.
Öykü: Yarın Diye Bir Şey Yoktur, Siyah Kehribar, Oğlumuz
ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR (1883 – 1963)
İstanbul’un lüks semtlerini ve Boğaziçi’ni, eski aşklarını, eğlencelerini anlatmıştır. Anlaşılır bir dille, anı, makale, öykü ve romanlar yazmıştır.
.
Eserleri:
Anı: Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri, İstanbul ve Pierre Loti
Roman: Fehim Bey ve Biz: Fehim Bey’in gerçekleşmeyen hayallerin peşinde koşması ve anlam verilemeyen işlere imza attığı için de adının deliye çıkması anlatılır. Bursa eşrafından bir tüccarın oğlu olan Fahim Bey dürüst ve temiz bir insandır. Babası İstanbul’a geldiğinde kendisinin maddi durumunun kötülüğünü anlamasın diye büyük bir konak tutmuş ve konağın boş odalarında sabahları keman çalmaya başlamıştır. Londra elçiliği üçüncü katibi olan Fahim Bey, orta halli bir kız olan Saffet Hanım ile evlenmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra başlayan “teşebbüs-i şahsi” modasına uyarak Dışişleri’nden ayrılmış ve Bursa Ovası’nda pamuk yetiştirme planları kurmuştur. Ancak garip bir yaşamının olması ve inandırıcılığının olmaması nedeniyle sermaye bulamamıştır. Uzun yıllar boyunca bir şirket kurup zengin olmayı hayal etmiştir. Hatta bir idarehane açmış ve olmayan bir şirket kurarak, hayali alışverişler yapmaya başlamıştır. Bu yaşamından dolayı adı deliye çıkmış ve yaşamı gerçekleşmeyen hayalleriyle son bulmuştur.
MUSTAFA KUTLU (1947 – )
İlk dönemlerinde Sait Faik ve Sabahattin Ali etkisinde hikâyeler yazmıştır. Bir dönem “sosyal değişim” konulu hikâye kitapları yazdıktan sonra bireylerin içlerinde olup bitenlerin aksettirildiği, çocukluk, aşk, çevre, köy varoş hayatı… gibi konuları daha çok nostaljik bir tarzla işlediği uzun hikayeler yazmıştır.
Eserleri:
Hikâye: Ortadaki Adam, Gönül İşi, Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk içimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Bu Böyledir, Sır, Arka Kapak Yazıları, Hüzün ve Tesadüf, Uzun Hikâye, Mavi Kuş
Deneme: Şehir Mektupları
Daha Fazla Ayrıntı İçin Bkz. Mustafa Kutlu Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri
SELİM İLERİ (1949 – )
On dokuz yaşındayken yayımlanan “Cumartesi Yalnızlığı” adlı ilk öykü kitabıyla dikkatleri çekmiştir. Bireyin zengin iç dünyasını yansıtmaya öncelik veren öyküler yazmıştır. Eserlerinde modernist ögelere yer vermiştir.
Romanlarında bireyler arasındaki iletişimsizliği, yakın tarihte yaşamış bazı tanınmış kişilerin yaşamlarını vb. işlemiştir.
Deneme, inceleme, anı, senaryo, tiyatro, antoloji vb. alanlarda eserleri de vardır.
Eserleri:
Hikâye: Cumartesi Yalnızlığı, Pastırma Yazı, Dostlukların Son Günü, Eski Defterlerde Solmuş Çiçekler, Son Yaz Akşamları, Bir Denizin Eteklerinde
Roman: Destan Gönüller, Her Gece Bodrum, Cehennem Kraliçesi, Ölüm İlişkileri, Bir Akşam Alacası, Yalancı Şafak, Saz Caz Düğün Varyete, Yaşarken ve Ölürken, Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın, Kırık Deniz Kabukları, Yarın Yapayalnız
İnceleme: Aşk-ı Memnu ya da Uzun Bir Kışın Siyah Günler, Kamelyasız Kadınlar
Anı: Annem İçin, Anılar Issız ve Yağmurlu
Antoloji: İlk Gençlik Çağına Öyküler (2 Cilt), Gençlere Türk Romanından Altın Sayfalar
Tiyatro: Cahide Sonku Ölüm ve Elmas
Daha Fazla Ayrıntı İçin Bkz. Selim İleri Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri
SAMİHA AYVERDİ (1905-1993)
Eserlerinde Batılılaşma ile birlikte meydana gelen uygarlık değişimini ve bu değişimin toplumda ve özellikle aile içinde sebep olduğu sorunları, çözülmeleri roman kişilerinin iç dünyalarından takip ederek romanlaştırır.
Romanlarında tasavvufi mesajlar, şeyh, tekke, tarikat, cami, cemaat gibi dinsel ögeler önemli yer tutar. Bu öğelerin odak noktasını aşk oluşturur. Tarih, din ve tasavvuf yapıtlarında önemli yer tutar. Geleneksel konak, köşk ve yalılar yapıtlarında önemli yer tutar. Romanlarının yapısını geçmiş-şimdi çatışması üzerine kurmuştur.
Eserleri:
Roman: Aşk Bu İmiş, Batmayan Gün, Mabette Bir Gece, Ateş Ağacı, Yaşayan Ölü, İnsan ve Şeytan, Son Menzil, Yolcu Nereye Gidiyorsun, Mesihpaşa İmamı, İbrahim Efendi Konağı, Bir Dünyadan Bir Dünyaya
Deneme: Yusufçuk, Hancı