Kemalettin Kami Kamu

Kemalettin Kamu, Türk edebiyatının önemli şairlerinden biridir ve özellikle şiirleriyle tanınır. 1901 yılında Manisa’da doğmuş ve 1958 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Kemalettin Kamu, Milli Edebiyat hareketiyle bağlantılı olarak, sade Türkçe kullanımı ve geleneksel Türk şiir anlayışına bağlı kalmıştır.

En bilinen eserleri, genellikle milliyetçilik, vatan sevgisi ve özlem gibi temaları işler. Şiirlerinde halk edebiyatı unsurlarına yer verir ve türkü, saz, şarkı gibi öğeleri kullanarak halkla daha yakın bir bağ kurar. Kemalettin Kamu’nun şiirlerinde doğa, özlemler ve kader gibi evrensel temalar sıkça yer alır.

“Vatan” ve “millet” temasını sıkça işlediği şiirlerinde, dönemin toplumsal yapısını yansıtan duygusal ve anlamlı satırlar bulunur. Özellikle “Köyün Kızları” adlı şiiri, onun halkçı anlayışını ve sade dilini en iyi şekilde yansıtan eserlerinden biridir.

Kemalettin Kamu’nun şiirlerinde zaman zaman özlem ve bireysel yalnızlık da öne çıkar. Bu şiirlerde hem toplumsal bir mesaj vermeye çalışmış hem de bireysel duygulara derinlik katmıştır.

Eserleri arasında şunlar da öne çıkar:

  • “Hayat” adlı şiir kitabı.
  • “Köyün Kızları” ve “Vatan” gibi anlam yüklü şiirleri.

Kemalettin Kamu’nun şiirleri, hem sade Türkçe ile yazılmış hem de halkın anlayabileceği biçimde derin anlamlar taşır. Bu yönüyle, onu sadece bir edebiyatçı değil, aynı zamanda halkın sesini duyuran bir şair olarak da değerlendirmek mümkündür.

Ayrıca Gurbet ve Bingöl Çobanları şiirleri de Kemalettin Kamu’nun önemli şiirleri arasındadır:

GURBET

Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde.

Eriyorum gitgide;
Elveda her ümide.
Gurbet benliğimi de
Bitirmiş bir içimde.

Ne arzum, ne emelim...
Yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde.

BİNGÖL ÇOBANLARI

Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların en eski âşinasıdır soyum,
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların.
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla...

Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:

Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam.

Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban!

Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla...
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına!

edebiyatvadisi

You May Like