ÖZ ŞİİR ANLAYIŞINI SÜRDÜREN ŞİİR
Türk edebiyatında “Saf Şiir” (Öz Şiir) eğilimi Ahmet Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği kabul edilir.) başlar.
Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluştururlar. Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler, dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir. Dilde saflaşma düşüncesi, kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir. Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir.
Şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında kalarak sadece okuyucuda estetik haz uyandıran şiir yazma eğilimi, bu şairleri her türlü mektepleşme eğiliminin dışında kalıp müstakil şahsiyetler olarak şiir yazmaya yöneltmiştir.
Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel (hayali) ve bireysel yön ağır basar. İçsel ve bireyci bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler.
Saf şiir anlayışında estetik tavır ön plandadır. Bu anlayıştaki şairler didaktik bilgiden uzak durup; bir şey öğretmeyi değil, musikiyle ya da musikinin çağrıştırdığı, uyandırdığı imgelerle insanın estetik duyarlılığını doyurmayı amaç edinirler. Kısacası bu şairler şiirde anlama fazla önem vermezler. Anlaşılmak için değil; duyulmak, hissedilmek için şiir yazarlar.
Şiirde biçim endişesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır. Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendini hissettirir.
Gizemsellik, simgecilik, bireysellik, ruh, ölüm, masal, rüya, mit temalarının yoğunca işlendiği bu şiirler zekâ ve bilincin disipliniyle bütünleştirilerek yazılmıştır.
Öz Şiir Anlayışını Sürdüren Şiirin Özellikleri:
Milli Edebiyat Döneminin şiir hareketleri bu dönemin oluşmasında etkili olmuştur.
Şiir dili her şeyin üzerindedir.
Şiir bir biçim (form) sorunudur. Ahenk söyleyiş tarzı, ritim, kafiye ile sağlanır.
Amaç iyi ve güzel şiir yazabilmektir.
Dilde saflaşma, sadeleşme görülür.
Şiir, soylu bir sanat olarak kabul edilir.
En değerli şey dizedir.
Şairlerin kendilerine özgü bir imge düzenleri vardır.
İçsel bir yaklaşımla insan anlatılır.
Şiirin toplum için değil sanat için olduğunu iddia ederler ve şiirlerini sanat için yazarlar.
Şiirler ideolojinin esiri olmamalıdır.
Güzel şiir ancak çalışarak elde edilir.
Şiir emek işidir.
Öz Şiir Anlayışını Sürdüren Şairler:
NECİP FAZIL KISAKÜREK (1905-1983)
Şiirleri ve tiyatrolarıyla ün kazanmış usta bir yazardır.
“Büyük Doğu” ve “Ağaç” dergilerini çıkarmıştır.
Fransız sembolistlerinden ve halk şiirinden yararlanarak heceyle kendine has, başarılı şiirler yazmıştır.
İlk dönem şiirlerinden sonra mistik konuları, madde ve ruh ilişkisini, insanın evrendeki yerini konu edinen şiirler yazmıştır.
“Kaldırımlar” şiiriyle geniş bir kesim tarafından tanınmış ve sevilmiştir.
Şiirlerini “Çile” başlığı altında bir kitapta toplamış ve bu kitapta şiir anlayışını düzyazı olarak anlatmıştır.
Eserleri:
Şiir: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile
Oyun: Tohum, Bir Adam Yaratmak, Künye, Sabırtaşı, Para, Nam-ı Diğer Parmaksız Salih, Reis Bey, Yunus Emre, Abdülhamit Han, Ahşap Konak, Siyah Pelerinli Adam
Öykü: Hikâyelerim
Roman: Aynadaki Yalan
Anı: Yılanlı Kuyudan
AHMET HAMDİ TANPINAR (1901-1962)
Şiir, öykü, roman, edebiyat tarihi, makale, deneme alanlarında eserler vermiştir.
Eserlerinde Doğu-Batı çatışması, “rüya” ve “zaman” kavramları, “geçmişe özlem”, “mimari” ve “musiki” öne çıkar.
“Ne içindeyim zamanın! Ne de büsbütün dışında” dizeleri onun zamanı kavrayışının özünü vermektedir.
“Bursa’da Zaman” şiiri geniş bir kesim tarafından sevilmiştir. Ahmet Haşim’in özellikle de Yahya Kemal’in etkisinde kalmış, Sembolizmden etkilenmiştir. Romanlarında psikolojik tahlillere önemle eğilen yazarın; kendine has bir üslubu vardır.
“Antalyalı Genç Kıza Mektup” adlı mektubunda şiir ile ilgili düşüncelerini anlatmıştır.
“Beş Şehir” adlı önemli deneme kitabında Ankara, Erzurum, Bursa, Konya ve İstanbul’u anlatmıştır.
“Huzur” romanı, aşkı, psikolojiyi ve Doğu-Batı karşıtlığını içerir; roman kişilerinin adlarının verildiği dört bölümden oluşur: İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz.
Eserleri:
Şiir: Bütün Şiirleri
Roman: Mahur Beste, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Huzur, Sahnenin Dışındakiler, Aydaki Kadın.
Öykü: Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru.
Deneme: Beş Şehir, Yaşadığım Gibi.
Makale – İnceleme: Yahya Kemal, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Üzerine Makaleler
AHMET MUHİP DIRANAS (1908-1980)
Şiirleriyle tanınmakla birlikte tiyatro eserleri de vardır. Fransız sembolizmiyle Türk şiir geleneğini başarıyla kaynaştırmıştır.
Hece ölçüsüyle biçimsel mükemmelliğe önem verdiği şiirler yazmıştır. Aşk, insanın iç dünyası gibi bireysel duyguları işlemiştir.
Kar, Olvido, Ağrı ve Fahriye Abla şiirleriyle sevilmiştir.
Eserleri:
Şiir: Şiirler
Oyun: Gölgeler, O Böyle İstemezdi
CAHİT SITKI TARANCI (1910-1956)
Otuz Beş Yaş, Desem ki ve Gün Eksilmesin Penceremden şiirleriyle tanınır. Şiirlerinin çoğunda ölüm konusunu işlemiştir.
Romantizm ve sembolizmden etkilenmiştir. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri de serbest şiirleri de vardır.
Şiirde biçime, kafiyeye ve ahenge önem vermiştir.
Eserleri:
Şiir: Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel, Ömrümde Sükût, Sonrası
Mektup: Ziya’ya Mektuplar
ASAF HALET ÇELEBİ (1907-1958)
Hiçbir akıma girmeyen kendine has bir şairdir.
Gençlik yıllarında divan edebiyatından etkilendi. Gazeller ve rubailer yazdı.
1937′den sonra serbest ölçü kullanmaya ve Batı şiirinin tekniklerine yönelmeye başladı.
Şiirlerinde dinlerden, ideolojilerden, toplumsal olaylardan çok Anadolu-İran-Hindistan çizgisi üzerinde uzanan bir yaşamın görünümlerini sesler aracılığıyla dile getirdi.
Eserleri:
Şiir: He, Lâmelif, Om Mani Padme Hum
YAHYA KEMAL BEYATLI:
Yahya Kemal, nesir alanında da eser vermiş olmakla birlikte şair olarak isim yapmış bir edebiyatçıdır. Şekil açısından Divan şiir geleneğini ve Aruz veznini kullanmıştır; dil açısından iki ayrı anlayışta şiirleri vardır: bunlardan birisi devrine göre genellikle sade, doğal ve yaşayan bir Türkçe ile şiir yazmaktır (bu tür şiirleri özellikle ilk baskısı 1961 yılında yapılan “Kendi Gök Kubbemiz” adlı şiir kitabında toplanmıştır); diğeri ise tarihin eski devirlerine ait olayları devrinin diliyle ifade etme düşüncesidir (ilk baskısı 1962’de yapılan “Eski Şiirin Rüzgârıyle” adlı şiir kitabındaki manzumelerde bu anlayışı sergilemiştir).
Fransa’da bulunduğu yıllarda karşılaştığı Mallarmé’nin şu cümlesinin Yahya Kemal’in aradığı şiir dilini bulmasında etkili olduğu düşünülür: “En iyi Fransızcayı Louvre Sarayı’nın kapıcısı konuşur.” Yahya Kemal, bu cümle üzerinde uzun uzun düşündükten sonra, şiirlerinde kullanacağı dili yakalar; Louvre Sarayı’nın kapıcısının okumuş yazmış bir aydın olmadığı gibi okuyup yazması olmayan bir cahil de olmadığını; bu durumda en iyi Fransızcayı “orta tabaka”nın, yani “halk”ın konuşabileceğini anlayarak orta tabakanın konuşmasına dikkat eder. Şair, bu düşüncelerin etkisiyle henüz dil inkılabından yirmi beş- otuz yıl önce sade Türkçe şiirler yazmaya yönelmiştir.
Türkiye Türkçesi ile söylediği şiirlerinin yanında Osmanlı Türkçesi ile şiirler yazan Yahya Kemal’in eski dil ve nazım şekilleriyle söylemesinin arkasında, Türk edebiyatını bir bütün olarak algılaması ve tarihin eski devirlerine ait olayları devrinin diliyle ifade etme düşüncesi vardır. Eskiyi reddetme yerine olduğu gibi kabullenme ve yeniden yorumlayarak günümüze taşıma çabası içinde olmuştur. Geçmiş devirlerde yaşanmış olayları ait oldukları devrin diliyle ifade etme düşüncesiyle yazdığı şiirlere örnek olarak Yavuz Sultan Selim’i ve döneminin olaylarını, tahta çıkışından ölümüne kadar kronolojik bir şekilde hikâye eden Selimnâme, bestelenmiş şiirleri arasında yer alan Çubuklu Gazeli, Ezân-ı Muhammedi, Vedâ Gazeli, İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel verilebilir.
Şiirin vezin, kafiye ve iç ahenge dayandığına inanan şairin hemen hemen tüm şiirleri aruz vezni ile yazılmıştır. Hece ölçüsüyle yazdığı tek şiiri “Ok”‘tur. Onun bütün şiirlerini aruzla yazması ve mısraya olan saygısı, şiirine şekil mükemmelliği getirmiştir. Ona göre şiir sıradan cümlelerden değil nağmeden oluşur, bu yüzden sesle okunmaya muhtaçtır. Kelimelerin kulakla seçilmesi ve mısradaki yerlerinin bulunması gerekir. Ona göre birmısranın şiir olması, ahenkle ve titizlikle yazılmasıyla mümkündür. Onun için “şiir musikiden ayrı bir musiki”dir. Bu anlayışının bir sonucu olarak, şiirlerinin üzerinde yıllarca çalışmış ve henüz nağmeye dönüşmediğine inandığı mısralar için en uygun kelimeleri ve istifi buluncaya kadar şiirlerini tamamlanmış saymamıştır.
Yahya Kemal’in şiirinde geniş bir Osmanlı coğrafyası yer bulmuştur. Onun şiirlerinde hatırlanan mekanlar, Çaldıran, Mohaç, Kosova, Niğbolu, Varna, Belgrad gibi yeni Türk devletinin sınırları dışında kalmış, bir zamanlar Osmanlı mülkü olan ya da Osmanlının temas ettiği topraklardır. Türk tarihiyle ilgili olmamakla beraber Yahya Kemal’in görüp yaşadığı Endülüs, Madrid, Altor, Paris ve Nis de şiirlerinde yer almıştır. Türkiye sınırları içinde Bursa, Konya, İzmir, Van, Çanakkale, Maraş, Kayseri, Malazgirt, Amid (Diyarbakır), Tekirdağ adı şiirlerinde geçer ama diğer şehirler üzerinde değil, onların da temsilcisi olan İstanbul üzerinde yoğunlukla durulmuştur. Üsküdar gibi, Atik Valide gibi, Kocamustafapaşa gibi eski İstanbul’un semtlerini şiirleştirmiştir. İstanbul algısının merkezindeki mekan ise Süleymaniye Camisi olmuştur.
Kitapları
Kendi Gök Kubbemiz
Eski Şiirin Rüzgârıyla
Rubailer ve Hayyam’ın Rubailerini Türkçe Söyleyiş
Edebiyata Dair
Aziz İstanbul (1964)
Eğil Dağlar
Tarih Musahabeleri
Siyasi Hikayeler
Siyasi ve Edebi Portreler
Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım
Mektuplar-Makaleler
Bitmemiş Şiirler
Pek Sevgili Beybabacığım: Yahya Kemal’den Babasına Kartpostallar