Cumhuriyet Döneminde Roman-1

CUMHURİYET DÖNEMİNDE ROMAN-1

1. Milli Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Sanatçılar

2. Toplumcu Gerçekçi Anlayışla Yazan Sanatçılar

3. Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Sanatçılar

4. Modernizmi Esas Alan Sanatçılar

1. Milli Edebiyat Zevk ve Anlayışını Sürdüren Sanatçılar: Cumhuriyet Döneminde hikaye ve roman yazarlarının önemli bir kısmı Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele ile ilgili olaylara ilgi duymuşlar, Atatürk İlke ve İnkılapları çevresinde oluşan konuların işlenmesine önem vermişlerdir.

Hikaye ve romanların birçoğunda Anadolu insanının yaşama tarzı ele alınmış; ahlak bozuklukları, yanlış Batılılaşma ve hurafeler üzerinde durulmuştur. Yine bu dönemde Doğu-Batı çatışması temasının işlenmesi sürdürülmüş; savaş sonrası şehirde ve kırsalda sürdürülen hayat değişik eserlerde ele alınmıştır.

Halk-aydın yabancılaşması da önemle işlenen temalardan biri olmuştur. Sanatçılar hikaye ve romanlarda daha çok realist bir bakış açısı kullanmışlardır. Hikayede “Maupassant tarzı” geçerliliğini Cumhuriyet’in ilk yıllarında da sürdürmüştür. Bu dönemde yazılan ve Kurtuluş Savaşı Dönemini konu edinen romanlar ayrı bir önem taşır.

En tanınmışları şunlardır:

Reşat Nuri Güntekin

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Refik Halit Karay

Halide Edip Adıvar

Hüseyin Rahmi Gürpınar

Reşat Nuri Güntekin: Reşat Nuri Güntekin, Romanlarındaki kişilerin psikolojik yönlerini tanıtma başarısının altında Halit Ziya’dan etkilendiğini söylemiştir.

Edebî Kişiliği

Reşat Nuri Güntekin, Anadolu insanının yaşantısını, sorunlarını, kişisel duygularını, inançlarını süssüz, yapmacıksız, konuşulan Türkçe’nin tüm yalınlığı ve açıklığıyla dile getiren bir yazardır.

Onu ünlendiren Çalıkuşu romanına gelinceye kadar yazdığı küçük öyküler, tiyatro eleştirileri, piyesler, gezi izlenimleri de dikkati çeker.

Güntekin, eserlerinde insan sevgisine geniş yer verir. İyimser bir kişiliğe sahiptir. Müfettişlikle adım adım gezdiği Anadolu’yu, gördüklerini, duyduklarını, kendine özgü tipleri, geleneklerle görenekleri, toplumsal sorunları, pek derine inmeyen bir gözlemle, etkin bir biçimde anlatır. İyi bildiği sahne tekniğini, duygulu bir yoğunlukta, bazen mizahla iç içe işler.

İlk dönem romanlarında yeni kurulmakta olan devletin toplumsal sorunlarını gerçekçi biçimde gözlemlemekten geri kalmamış, ikinci dönem romanlarında bütünüyle bozulan insani ilişkileri ve ahlak yapısını ele almıştır.

Romanlarında güçlü bir gözlemciliğe dayanan realizm ve canlı bir üslup vardır.

Kahramanları genellikle tek boyutludur. Ruh tahlillerinde başarılıdır.

Yapıtlarına konuşma dili egemendir.

Mizaha daha geniş yer verdiği öykülerinde de aşk, yalnızlık, fedakârlık, dostluk, ihanet gibi temaları işlemiştir.

Yıllarca Anadolu’nun birçok yerini gezmiş; bu geziler sayesinde, Anadolu’nun sosyal ve kültürel yaşamıyla ilgili gözlemler yapmış, bu gözlemlerini “Anadolu Notları” adlı yapıtında toplamıştır.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan öykü, roman ve oyunlarında kendi adının yanı sıra “Hayrettin Rüştü, Mehmet Ferit, Sermet Ferit” gibi takma adlar kullanmıştır.

İlk romanı Harabelerin Çiçeği’dir. Ön sözünde Galatasaray’da henüz on iki yaşlarında bir boyacı çocuğa ayakkabılarını boyatırken çocukla yüz yüze geldiğinde dehşetle titrediğini anlatır çünkü çocuğun yüzü bir kaza sonucu yanmıştır, delik deşik korkunç bir haldedir. Yazar, onu düşük muhitten bir boyacı olarak değil de müreffeh bir ailenin Galatasaray Lisesi’nde okumuş bir çocuğu olarak hayal eder. Delikanlılık çağına geldiğinde bu haldeki bir gencin sevilmeyeceğini bildiğinden kadınlardan nasıl kaçacağını ve bu durumun da delikanlıyı nasıl hisli birine dönüştüreceğini düşünür. “Evet, bu benim muvaffak olacağım bir romanın mevzuu olabilirdi.” diyerek kafasında bu fikirle meşgul olur ve iyi bir roman yazabileceğine inanır.

Harabelerin Çiçeği romanının başkişisi, Süleyman Kemal adlı bir göz doktorudur. Romanın asıl vakasını halden geçmişe dönerek anlatan Süleyman Kemal, 35-36 yaşlarındadır. Başkişinin yaşamını yangın öncesi ve sonrası iki dönemde fiziksel ve ruhsal değişimleriyle görürüz. Başkişi, çocukluk döneminde her istediği yapılan konağın süsü gibi görülen şımarık bir yapıdadır. Çocukluk döneminin, tüm sorumsuz davranışlarım yüzü yanıncaya kadar yaşayan kahraman, bu olayın ardından büyük bir olgunlukla başka bir kişiliğe bürünmüştür. Bu yangın, “birey olmanın kendi olmanın deneyiminin yaşandığı” bir olguyu sembolize eder. Bu deneyim neticesinde, yüzündeki güzellikten geriye sadece “Harabelerin Çiçeği” olarak nitelendirilen yeşil gözleri ve ipek gibi uzun sarı saçları kalan Süleyman’ın bundan sonraki yaşamı yüzü gibi değişmeye mahkûm olur. (Bu roman 1954 yılında yayınlanmıştır.)

Reşat Nuri, 1920’de yayınlanan romanı Gizli El’e “İlk Romanımın Romanı” başlığını verdiği bir ön söz koyarak kitabının yazılış macerasını anlatır. Bir roman yazması konusunda ısrarcı olan arkadaşı Sedat Simavi’ye “yapamam” yanıtını vermiştir: “O zaman tiyatro piyesleriyle uğraşıyor ve roman yazmayı hiç aklımdan geçirmiyordum.” Ancak Gizli El romanında dönemin toplumsal şartlarına sert eleştiriler getirir. Hatta bu romanın bazı kısımları sansürlenir.

Romanda Şeref adlı bir memurun Seniha ile tanışıp evlenmesi ve I. Dünya Savaşı yıllarında zengin olması anlatılır. Gizli El, vurgunculuk ve nüfuz ticaretini eleştirmek maksadıyla kaleme alınmıştır. O, hem ülke gündemine ait bir meseleyi aydın gözüyle eleştirmek için bireyi araç olarak kullanır hem de ele aldığı bireyi romanda sadece basit bir araca indirgememek için çabalar. Şeref’i araç olarak gösterdiği romanının merkezine taşıdığı etik mesele, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı koşulları fırsat bilerek servet edinen savaş zenginleridir.

Eski Hastalık: Romanın kahramanı Züleyha, İstanbul batı kültürü etkisinin altındayken eğitimini ve yaşamını dayısının yanında geçirmektedir. Züleyha’da batı kültürü etkisinde fazlasıyla kalmıştır. Ali Osman Bey, İstanbul’a cephelerden dönüşte birkaç günlüğüne kızını görmek için uğrardı. Artık Ali Osman Bey cephelerden uzaklaşınca daha önce emir erlerinden biri olan Yusuf; onu Gölyüzü’ndeki çiftliğine çağırır. Ali Osman Bey, kızını da yanına çağırır ve Züleyha istemeyerek de olsa babasının yanına gider. Enise Hanım da Züleyha’yı gelini olarak gözüne kestirir. Yusuf ile de yakınlaşan Züleyha evlenir. Kısa bir süre sonra Züleyha ve Yusuf arasında doğu-batı kültür farklarından dolayı fikir ayrılıkları yaşamaya başlar.

Yaprak Dökümü: Namuslu bir devlet memuru olan Ali Rıza Bey, ailesinin geçimini sağlamak için canla başla çalışmaktadır. Banka memuru olan oğlu Şevket de evin yükünü omuzlamıştır. Şevket’in Ferhunde adlı bir bayanla evlenmesi hem kendi hem de ailesi için yaşanacak kötü günlerin başlangıcı olur. Ferhunde, evin eğlence hayatına düşkün iki kızı Leyla ve Necla’yı da yanına alarak toplantılara katılmaktadır. Şevket ise onların ihtiyaçlarını karşılamak için uğraşır. Evde maddi ve manevi işler kötü gitmeye başlayınca ilk olarak Fikret evden ayrılır ve dul bir adamla evlenir. Bankadan aldığı paraları ödeyemeyen Şevket ise hapse atılır. Necla ise zengin olduğunu düşündüğü Suriyeli bir adamla evlenir ancak birkaç kumalı bir adama geldiğinin farkında değildir. Evin güzel kızı Leyla ise kötü yola düşmüştür. Annesi ve Ayşe de Leyla’nın evinde kalmaya karar verirler. Bütün bu olanlar karşısında felç geçiren Ali Rıza Bey’i hastaneden alan Leyla, ona bakmaya başlar. Ali Rıza Bey artık boş zamanlarını gezmekle geçiren ve her şeyini kaybetmiş bir adam olarak hayatını sürdürür. Yalnızdır ancak dertlerini geride bıraktığını düşündüğü için de mutludur.

Kızılcık Dalları: Evlatlık olarak alınan bir kızın besleme olarak kabul edilip herkes tarafından dışlanması ve kötü davranışlara maruz kalması anlatılmıştır. Nadide Hanım dışarıda gördüğü ilginç kıyafetli Yorganlı, Gülsüm ve İsmail’i konağına alır. Konakta kalan Gülsüm’ün bakıcı olarak çalışmasını isterler. Nadide Hanım onun bakıcı olarak kalmasında ısrarlıdır. Ancak Gülsüm ve İsmail ayrılmak istemezler. Yorganlı, Gülsüm’ü bırakarak İsmail’i götürür. Gülsüm İsmail’e kavuşacağı günü özler. Gülsüm’ü konakta zor günler beklemektedir. Sürekli İsmail’den bahsetmesi üzerine konaktakiler İsmail’in öldüğü yalanını uydururlar. Gülsüm bu haber üzerine hayata küser. Konakta artık her fırsatta dayak yemektedir. Mutasarrıf Murat Bey Nadide Hanım’ın kızına taliptir. Ancak Murat Bey evlidir ve karısı çok hastadır. Karısı hayattayken ve hasta yatağındayken böyle bir şey yapması vicdan azabına yol açar. Nadide Hanım vicdanını rahatlatmak için Gülsüm’ü ona hizmet etmesi için yollar. Kısa bir süre sonra kadın ölür. Ölmeden önce Gülsüm’e vasiyetini söylemiştir. Kadın, Nadide Hanım’a büyük beddualar ederek ölmüştür. Gülsüm o gece evden kaçar. Bir süre sonra Gülsüm’ün izine Ankara’da rastlanır. Gülsüm, Mücella Suzan adıyla tiyatroda ünlü bir karakter olmuştur.

Miskinler Tekkesi: Dilencilik ve dilencilik kültürü hakkında bilgi veren eser, dilenciliğin Osmanlı’nın son dönemlerinde geldiği durumu gözler önüne sermesi bakımından önemlidir.

Şemsettin Molla Sultan Mahmut döneminin kazaskerlerindendir. Başı büyük olduğu için Kocabaş Kazasker olarak tanınmıştır. Torunu ise konakta rahat bir yaşam sürmektedir. Yeni taşındıkları konakta komşularının kızı Mensure’ye âşık olur. Ancak II. Meşrutiyetin ilanıyla konakları yağmalanır ve kendisi de işten atılır. Aile dağılır. Kocabaş Kazasker’in torunu bu olaydan sonra arkadaşının teşvikiyle Darül- fünun’a devam eder. Bu yıllarda da kendisi Sinop’a sürgüne gönderilir. Bu süreçten sonra önce İstanbul’a geri döner daha sonra da İstanbul’dan İzmir’e geçer.

Bir deri bir kemik kalmış olan kahramanımız, İzmir’de Yunanlılar’ın İzmir’i işgali nedeniyle de iyice kötüleşmiştir. Burada Eşref Paşa Cami etrafında dolaşırken haline acıyanlar avucuna para bırakırlar. İlk günlerde bunu hazmedemese de buna sonradan alışır. Dilencilik yaparak geçimini temin etmeye çalışır. Kısa zamanda da iyi paralar kazanır. Mesule Bacı adlı kalfa, baktığı zengin kadının ölmesi üzerine Kocabaşların torununu ve İsmail adlı fakir bir çocuğu yanına alır. İsmail okula yazdırılır ancak babasının dilenci olduğu gerekçesiyle diğer çocuklar kendisiyle dalga geçerler.

Kan Davası: Ömer kimsesiz bir çocuktur. Yatılı okullarda okur ve öğretmen olur. Askere gider ve İstiklal Muharebesi’nde teğmen olarak görev alır. Terhisi sonrası trende giderken yıllar önce Bozova’da gördüğü küçük bir kızı hatırlar. O kızı tekrar görmek ümidiyle Bozova’da iner ancak kızı bulamaz. Burada bir süre kalan Ömer, Aşağı Sazan ile Yukarı Sazan arasındaki kan davasını öğrenir. Burada yaşanan olaylar Ömer’i de içine çeker. Ömer on üç çocuktan oluşan eşkıya çetesini yakalamış ve onları topluma kazandırmak için eğitimlerini üstlenmiştir. Köyde bu çocukların okuması için okul yaptırmıştır. Ancak okulda okumaya başlayan çocukların köylüyle yıldızı barışmaz. Köy içerisinde bu okula karşı olanlar vardır. Daha sonra Maarif Müdürü okulu kapatır ve çocukların iyi eğitim alması için onları köyden alarak Bozova’ya getirir. Çocukların buradaki yaşamları da karmaşıktır. Murat Bey ise Yukarı Sazan’ın tanıtımını yapmak için her yere mektup yazar ve köy için yardımlar talep eder. Aşağı Sazan ise sel ile uğraşmaktadır. Aşağı Sazan’ı selden kurtarmak için Ömer ve birkaç Yukarı Sazanlı yardıma gider. Suyun yönünü değiştirmek için bir kayalık patlatılır, iki köyden de ölenler olur. Ortak acı etrafında buluşan iki köy, kan davasını bitirir.

Dudaktan Kalbe: “Günlük” tekniği kullanılarak yazılmış bir aşk romanı olmasıyla önemli bir eser kabul edilir. Karşılık beklemeden yaşanan gerçek bir aşkın öyküsü anlatılmış, Kenan ve Lamia’nın sonu olmayan ilişkisi konu olarak seçilmiştir.

Hüseyin Kenan çocukluğu zorlukla geçmiş bir şahıstır. Ailesinin başından olaylar geçer. Hüseyin Kenan annesi ile dayıları Saib Bey’in çiftliğinde kalırlar. Mühendis okulunda okuyan Kenan, keman çalmaktadır ve para kazanmak için de keman dersleri verir. Annesinin dükkânını satarak Avrupa’ya keman eğitimine giden Hüseyin Kenan, ülkeye iyi bir keman virtüözü olarak dönmüştür. Dönüşünde evli Nimet Hanımla ilişki yaşar. Ayrıca yanlarına takılan Lamia’ya da ilgi duyar. Onunla ilişki kuran Lamia hamiledir. Kenan ona evlenme teklif eder. Ancak Lamia kendisine acıdığını düşündüğü için bunu kabul etmez. Lamia lekeli bir kız olduğu düşünüldüğü için etrafındaki erkekler tarafından rahat bırakılmaz. Kendisine saldıran Rasih’i öldüren Lamia ceza almaz. Binbaşı Kemal Bey ile evlenir ama yanlış anlamalar neticesinde kocası kendisini boşar. Kenan Bey ise mutlu değildir. Müzik yaşamında da istediklerini elde edemez. İstanbul’da Vedat ile karşılaşan Kenan, Lamia hakkında bilgiler alır. Lamia ile buluşmak isteyen ve ona sevdiğini söyleyen Kenan, karşılık göremez ve bir gazete haberiyle kendisinin Seydişehir’de öldüğü duyurulur.

Çalıkuşu: Küçük yaşta annesini kaybeden Feride teyzesinin yardımlarıyla yatılı okullarda okumuş ve öğretmen olmuştur. Teyzesinin oğlu Kâmran’ı sevmektedir. Ancak Kâmran’ın başka bir kızla ilişkisini duyması üzerine her şeyi bırakıp Zeyniler köyüne giderek orada öğretmen olarak çalışmaya başlar. Kuşadası’nda daha önceden tanıştığı yaşlı bir doktor olan Hayrullah Bey’le aralarında sıkı bir dostluk başlar. Dostlukları ilerleyince etrafta dedikodular yayılır. Bunun üzerine Feride Hayrullah Bey’le formalite evlilik yapar. Hayrullah Bey Feride’nin günlüklerini okuyunca onun Kamran’a âşık olduğunu öğrenir, ölmeden önce bir mektup bırakır ve öldüğünde bu mektubun Feride tarafından Kâmran’a verilmesi istenir. Hayrullah Bey’in ölümünden sonra Feride mektubu Kâmran’a götürür. Mektubun içinden Feride’nin aşk itiraflarının olduğu günlükleri çıkar. Bunun üzerine Feride ve Kâmran evlenirler.

Damga: Reşat Nuri Güntekin’in ilk dönem romanlarından biridir. Aşkı uğruna, sevdiği kadının namusunu korumak için kendini feda eden iffet’in yaşamı konu olarak seçilmiştir. Romanda masallardaki aşk ile gerçek hayattaki aşkın birbirinden farklı olduğu vurgulanmıştır.

Küçük yaşta annesini kaybeden iffet, kalfası tarafından büyütülmüş bir erkek çocuğudur. Eğitimini babası okula gitmesine müsaade etmediği için özel hocalardan ders alarak tamamlamıştır. Ancak kalfası tarafından gizlice okula da götürülmüştür, iffet, İsmail’in sevdiği kızın namusunu korumak için değirmenden nehre atlayıp ölüme gitmesinin anlatıldığı bir masaldan çok etkilenmiştir, idadiye başlayan iffet, okulda Celal ile arkadaş olur ve Jön Türklerle yakınlaşır.

Okulda yaşanan bazı olayların sonunda iffet jurnalci olarak görülür. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte iffetin babası da gözaltına alınarak sürgüne gönderilir. Babası sürgünde ölünce iffet İstanbul’a geri dönerek Kerim Bey’in eşi Vedia ile aralarında yakınlık başlar. Geceleri gizli gizli buluşan iffet, kadının namusunu korumak için bir olay üzerine kendisine hırsız süsü verir ve yakalanıp hapse atılır. Hapis sonrası da çeşitli olaylar iffetin hırsız damgası yemesine sebep olur. Normal yollarla bir türlü iş bulamaz. Ağabeyi Muzaffer’den mektup alan iffet, miras davasını kazandıklarını öğrenir ve Çengelköy’den ev alır. Sokakta gördüğü Vedia ile konuşur ve onunla evlenmek istediğini söylese de olumlu bir yanıt alamaz, iffet onun için yaptıklarını düşünür.

Bir Kadın Düşmanı: Mektuplarla örülmüş bir aşk romanıdır.

Sara babasına bir düğünü bahane ederek mektup yazar ve yanına gelemeyeceğini söyler. Marmara sahilinde bir kasabaya gitmiştir. Kasabada erkeklerin ilgisiyle karşılaşır. Ancak Homongolos lakabıyla anılan Ziya kendisine ilgi göstermez. Sara onu kendisine âşık etmeye çalışır ve tam bunu başardığı anda kendisine âşık olan Ziya bir motor kazasıyla ölür. Romanın ikinci bölümü Homongolos’un mektuplarından oluşur. Bu mektuplarla tüm gerçekler anlaşılır. Aslında Homongolos da Sara’ya karşı duygusal hisler beslemektedir. Ancak Sara’nın yaptıklarının bir oyun olduğunu anlayınca bilerek bir motor yarışına katılır ve ölmek ister.

Ateş Gecesi: Reşat Nuri’nin yazdığı en güzel aşk romanı olarak kabul edilir.

Padişah, romanın başkahramanı Kemal Murat Bey’i ve ailesini sürgüne gönderir. Nedeni Kemal Murat Bey’in yengelerinden birinin Veliaht Reşat’ın saraylılarından olmasıdır. Kemal Bey’e sürgün olarak gittiği yerde büyük bir saygı gösterilir. Kemal Bey orada Rum Mahallesi’nde kalır. Bu mahallede her sene “Ateş Gecesi” düzenleme geleneği vardır. Bu gecede tanıştığı Afife’ye âşık olur. Afife evli ve çocuklu bir kadındır. Afife’ye aşkını itiraf eden Kemal Murat Bey rahatlar. II. Meşrutiyetin ilanından sonra Kemal Murat Bey İstanbul’a geri döner. Uzun bir aradan sonra İstanbul’a çocuklarının kaydı için gelen Afife, Kemal Murat’ın annesini görmek bahanesiyle onların oturduğu köşke gelir. Aynı odada Kemal Murat ile sabahlar. Kemal Murat Afife’nin de önceden kendisini sevdiğini öğrenir. Afife İstanbul’dan ayrılırken Kemal Murat onu uğurlamaya gitmez.

Akşam Güneşi: Nazmi Bey çocuk yaşta anne ve babasını kaybetmiş ve amcası tarafından büyütülmüş bir şahıstır. Eğitimine Fransa’da devam etmiş, orada zevk ve eğlence düşkünü bir kişi olarak tanınmaya başlamıştır. Jülide ve Nazan adlı kızlarla duygusal olarak ilgilenen Nazmi, amcasının kızı Şükran ile evlenmiştir. Eskiden tanıdığı Jülide ise bir adamla evlenmek üzeredir. Nazmi Bey Jülide’ye bir baba gibi davranır ve onun evleneceği kişiyi görmeye gider. Ancak Jülide evlilikten vazgeçer. Bunun sebebi Nazmi Bey’e olan ilgisidir. Bu ilgiyi bir mektuptan öğrenen Nazmi Bey de ona karşı bir aşk beslemeye başlar. Ancak bu duygusal bağ Jülide’nin İhsan ile evlenmesiyle sona erer. Jülide evlendiği İhsan ile Bakü’ye gidince Nazmi Bey bir boşluğa düştüğünü hisseder ve bu gidişten sonra ölüm haberi gelir.

Acımak: Zehra çok başarılı bir öğretmendir. Maarif Müdürü Tevfik Hayri, onun tek eksiğinin acıma duygusunun eksikliği olduğunu dile getirir. Zehra, başına gelenlerin sorumlusu olarak babasını gördüğü için onu yok saymaktadır. Kendisine göre babası onu başından atmak için yatılı okula göndermiştir. Babasının ölümünden sonra ondan kalan sandığı teslim alır ve sandığın içinde bir hatıra defteri bulur. Bu defterde yazılanlar romanın ikinci bölümünü oluşturur. Babası Mürşit Efendi memurdur. Amacı hakkıyla görevini yapıp harama bulaşmamaktır. Çalıştığı çeşitli kasabalardan haksızlıklarla sürgün edilir. Diyarbakır’da evlendiği karısı ve kayınvalidesinin müsrif yaşamları Mürşit Efendi’yi bir bataklığa sürükler. Sürekli borçlanan Mürşit Efendi, usulsüz para alma işine karışıp hapse atılır. Karısı ise Necdet Bey’le kendisini aldatır. Kızları Feriha ise ölür. Bütün bu kötü olaylardan kızı Zehra’yı kurtarmak isteyen Mürşit Efendi, Zehra’yı yatılı bir mektebe yazdırarak oradan uzaklaştırır. Gerçekleri öğrenen Zehra ise babasına karşı tutum değiştirir.

Yeşil Gece: Cumhuriyet sonrası getirilen yenilikler ile bu yeniliklerin karşısında olanların anlatıldığı önemli bir eserdir.

Medreselere karşı olan Ali Şahin, köyde büyür ve yüksekokul tahsilinden sonra öğretmen olur. Okul bitince Sarıova’ya öğretmen olarak atanan Ali Şahin, burada yenilik karşıtlarıyla mücadele eder. Bu sırada patlak veren Yunan işgali sırasında da Yunanlılara karşı Milli Mücadele’ye destek verir. Ancak Yunanlılara yakın gibi davranarak işlerini yürütmektedir. Bu durum ortaya çıkınca bir adaya sürgün edilir. Sürgün dönüşü yeniliklere karşı olan kişilerin saf değiştirdiğini gören Ali Şahin, hakkında ortaya atılan “hainlik” iddialarını çürütmek için Ankara’ya gider.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Cumhuriyet döneminin en önemli yazarlarından biridir. Onun eserlerinde, imparatorluktan cumhuriyete hızlı dönüşümün bütün yönleri görülür. Bu özelliği nedeniyle onun romanları bir bütünün parçaları olarak yorumlanabilir.

Edebi Kişiliği:

Önce Fecriati’de yer almış, sonra Milli Edebiyat topluluğunda yer almıştır. Cumhuriyet Döneminde de eser vermiştir.

“Kadro” dergisinde yazdığı yazılarında halk yararını gözeten bir yazar olarak ön plana çıkar.

Romancılığıyla öne çıkmış; hikâye, anı, mensur şiir, makale, deneme ve tiyatro türlerinde de eser vermiştir.

Fecriati’den kısa bir süre sonra Yahya Kemal ile birlikte Nev-yunanilik (neo-klasisizm) akımına yönelmiştir.

Eserlerinde güçlü bir gözleme dayanan realizm vardır. Başarılı bir gözlemcidir. Karakterleri yansıtmada başarılıdır.

Romanlarındaki başlıca tema, Türk toplumunun yaşam tarzı ve sorunlarıdır.

Romanlarında Tanzimat Döneminden Cumhuriyet Dönemine kadar Türk toplumunda ortaya çıkan değişimleri konu edinmiştir.

Onun romanlarında Türk toplumundaki değişimleri görmek mümkündür. Türk edebiyatına tezli roman düşüncesini getirmiştir.

İlk romanı Kiralık Konak’tır. Roman, Türk romanındaki kuşak çatışmasının sembol romanıdır. Naim Efendi, Abdülhamit döneminde emekli olmuş bir nazırdır. Torunları Cemil ve Seniha eski neslin yaşam tarzını beğenmedikleri ve küçük gördükleri için Naim Bey’in eleştirilerine maruz kalırlar. Seniha bir zaman sonra konaktan kaçar. Bu durumu Naim Efendi’ye bağlayan damadı Servet Bey, eşini de alarak konaktan ayrılır. Daha sonra İstanbul’a geri dönen Seniha, babasının evine iner ve erkeklerle eğlencelere katılır. Naim Efendi, konağı kiraya verip kız kardeşinin yanına gitmeyi düşünse de konağı iç karartıcı buldukları için kimse kiralamaz.

Hüküm Gecesi: 1910 ile 1913 yılları Ahmet Kerim adlı gazetecinin şahsında ve Samiye ile yaşadığı aşk kurgusuyla beraber anlatılan romandır.

1908-1911 yılları arasıdır. Ahmet Kerim, İttihat ve Terakki’ye cephe alan muhalif gazetecidir. Yakın dostu ise Ahmet Samim’dir. Bu dönem İttihatçılar ve İtilafçılar bir madalyonun iki yüzü gibidirler. Ülke kargaşa ortamındadır. Ahmet Kerim her akşam evine dönerken köşe başındaki konaktan gelen piyano sesini ve Samiye’yi dinler. Samiye ile yolları defalarca kesişen Ahmet Kerim, onunla mektuplaşır ve buluşurlar. Samiye’nin abisi İttihat ve Terakki Fırkası’ndandır ve kız kardeşi ile Ahmet Kerim’i aynı odada yakalayıp Ahmet Kerim’i linç ettirme amacındadır. Ancak plan başarısız olur ve Samiye’de suçluluk duygusu oluşturur. Ahmet Kerim ise ona karşı nefret duygusu besler. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı öldürmekten sanık olan kişilerle beraber tutuklanır ve hüküm gecesini bekler. Daha sonraları Sinop’a sürülür. Burada tükenmiş bir halde kendini içkiye verir. Annesine mektup yazamaz bir hale bile gelir.

Hep O Şarkı: Abdülaziz Dönemi’nin varlıklı ailelerin konak yaşamına ışık tutması açısından önemli bir romandır.

Münire Hanım varlıklı bir paşanın kızıdır. Konakta büyüyen Münire Hanım yine kendisi gibi konakta yetişen komşusu Cemil’e âşık olur. Münire ile evlenme kararı alan Cemil Münire’nin babasının engellemeleri ile karşılaşır. Münire’nin babası kızını Nafi Molla’nın oğlu Rükneddin ile evlendirmek ister. Rükneddin ile evlenen Münire mutlu olamaz. Kocasının hizmetçilerle olan ilişkisini öğrenince de evi terk eder. Cemil’le yeniden görüşmeye başlayan Münire, Cemil’in Anadolu’ya sürgün edilmesi sonunda bu görüşmelere de zorunlu olarak son verir. Yıllar sonra Münire ile Cemil tekrar karşılaşırlar. Cemil Bey evlenmiştir ve düşkün bir haldedir. Bu vaziyeti gören Münire ise büyük bir hayal kırıklığına uğrar.

Nur Baba: Nur Baba çocukken tekkeye gitmiş ve genç yaşında şansının da yardımıyla şeyhliğe kadar yükselmiştir. Celil Hanım ile evlenmesine rağmen Ziba Hanım ile de aşk yaşamaktadır. Doyumsuz bir karakteri olan kahramanımız, Ziba Hanım’ın yeğeni Nigar ile de ilgilenmeye başlar. Nigar ise tekkede huzur bulan bir şahıstır ancak zamanla roman kahramanımız ile mektuplaşmaya başlar. Nigar Hanım; kahramanımız için evini, kocasını ve konağını terk eder. Ancak hiçbir şey umduğu gibi olmaz. Yaşadıklarından dolayı kısa zamanda yaşlanır. İçki, sigara ve uykusuzluk kendisini içten içe çürütmüştür. Kahramanımız daha sonra Süheyla isimli bir genç kıza da tutulup onunla evleneceğini açıklayınca büsbütün yıkılan Nigar Hanım, kendisine uzanan yardım elini kabul etmeden kahramanımızın dergâhına döner.

Bir Sürgün: Yakup Kadri’nin bir aydının şahsında Paris’teki Türklerle ilgili bilgiler vermesi açısından önemli bir romandır.

Doktor Hikmet, İzmir’e sürgün edilmiş bir doktordur. Çok fazla kitap okuyan kültürlü bir şahıstır. Doktor Hikmet çok okuyup gitmediği birçok yer hakkında bilgi sahibi olmasına rağmen bir türlü seyahate çıkamamakta, kendisini bir tutuklu gibi hissetmektedir. Ancak cesaretini bir gün toplamış ve bir vapura binmiştir. Vapura biletsiz binen Doktor Hikmet hakkında herkes bir şeyler söyler. Kimisi onun Jöntürk olduğunu da iddia eder. Vapur içerisinde Batı Doğu tartışması çıkar. Vapur Paris Limanı’na varır. Burada Doktor Hikmet, 10 yıldır Paris’te yaşayan Ragıp Bey ile tanışır. Ragıp Bey onun gönüllü rehberi ve yardımcısı olur. Ama Doktor Hikmet, yazılardan okuduğu Paris ile yaşadıkları arasında farklar olduğunu görür ve memleketini özler. Dr. Hikmet burada Fransız kızı Arlette’ye âşık olur. Ancak kendi de verem olur. Babasından gelen para da kesilince iyice yoksulluğa düşer. Arlette’nin de sebepsiz gidişi kendini büsbütün yıkar ve Paris’te ölür. Cesedi genel mezarlığa gömülür.

Yaban: Edebiyatımızın ilk tezli romanıdır.

Ahmet Celal, yedek subay olarak katıldığı I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybetmiştir. Otuz beş yaşına geldiğinde hayatın onun için bittiğini düşünürken emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne davet etmesiyle yeni bir yaşama merhaba der. Köyde herkes onu “Yaban” olarak tanır ve düşman olarak görür. Köylünün savaşlar karşısındaki umursamaz ve korkak tavrı Ahmet Celal tarafından eleştirilir. Top seslerini duyan köylüler, düşmanların yaklaşması anında bile bir acizlik sergilemektedirler. Ahmet Celal köyde Emine adlı bir kıza duygusal yakınlık besler ve duygularının yeniden dirildiğini düşünür. Emine başkasıyla evlendirilir. Yunan ordusunun köyü işgali sırasında Ahmet Celal, Emine ile köyden kaçmak ister. Ancak Emine kendisini hedef alan kurşunlar nedeniyle ağır yaralanmıştır. Bunun üzerine Ahmet Celal onu köyde bırakarak bilinmeyen bir yöne doğru ilerler.

Ankara: Roman üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde bir banka şefinin karısı olan Selma’nın eşiyle Ankara’ya gelmesi ve burada yaşamaya başlamasıyla olaylar gelişir. Hayat tekdüzedir. Bu tekdüzeliğin arasında yaşadığı yılların Millî Mücadele yılları olması ve insanların bu uğurda savaşması Selma’yı fazlasıyla etkiler. Özellikle Binbaşı Hakkı Bey ile tanışmasıyla Selma’nın hayatı değişir. Millî Mücadele’ye ilgili olmayan eşinin duygusuzluğu karşısında, ateşli bir vatansever olan Binbaşı Hakkı Bey’de bu heyecanı gören Selma ona ilgi duyar. Daha sonra eşinden boşanarak Binbaşı Hakkı Bey ile evlenir. Millî Mücadele kazanılmıştır. O yıllardan sonraki inkılaplar döneminin Ankara’sında Hakkı Bey’in gerçek yüzü de ortaya çıkar. Hakkı Bey milli menfaatleri bir yana bırakarak kendi hesabına çalışan biri olmuştur. Selma ondan da ayrılır. Öğretmenlik mesleğine atılan Selma son olarak Neşet Sabit ile evlenerek özlediği Ankara hayali için çalışır. Karı koca tüm benlikleriyle ülkenin faydasına olan her atılımın öncüsü olmaktadırlar ve Selma özlediği hayata kavuşmuştur.

Panorama: Yakup Kadri’nin 1930’lar ile 1950’ler arasını anlatması ve dönemin siyasal-sosyal yapısı hakkında yorumlar yapması açısından önemli bir romandır.

Romanda birçok şahıs vardır. Her karakterin kendi şahsında dönemin sosyal ve siyasal olayları okura aktarılmıştır. Banka müdürü olan Servet Bey makamında zenginleşen bir tiptir. Nedim adında yakışıklı bir oğlu ve Sevim adında da Holiyvvood meraklısı bir kızı vardır. Osman Nuri Bey ise namuslu bir memurdur. Evinin yıkılması ve işten çıkarılmasıyla Boğaz’ın sularına atlamıştır. Komiser Hamdi Bey ise üç karısını öldürmüş bir katildir. Katil olduğunu dördüncü karısı Nebile su yüzüne çıkartmıştır. Müteahhit Sırrı Bey’de zengin bir şahıstır. Yurt dışına çıkar. Emeti Nine ise kocasını ve iki oğlunu vatan için şehit vermiştir. Başkalarına kaptırmak istemediği mera için saldırıya uğramıştır. Bu yıllarda Atatürk de ölüm döşeğindedir. Hacı Emin ise besleme kızı Fatma’dan çocuk sahibi olan bir şahıstır. Dr. Namık ile Cahit Halit gibi kişiler ise Alman hayranıdırlar.

Refik Halit Karay: Önce Fecriati’de, sonra Milli Edebiyat topluluğunda yer almıştır.

Hikâyeciliğin konularını genişletmiş, konularını ve çevresini Anadolu’ya taşımıştır. Anadolu insanının dünyasını ve sorunlarını hikâyelerinde işlemiştir.

Kahraman olarak “Anadolu kadınları, kasaba memurları, köylüler ve köy imamları”nı seçmiştir.

Hikâye ve romanlarını üstün gözlem yeteneğiyle oluşturmuştur. Olay ve kişileri en ince ayrıntısına kadar yansıtmıştır.

Kişilerin iç dünyasına pek eğilmez. Eserlerinde tasvirler de başarılıdır.

Mizah, eserlerinde önemli yer tutar. Toplumsal eleştiriye yer vermiştir. Kişilerin kurnazlık, çıkarcılık, dürüst olmayan özellikleriyle ilgili çözümlemeler yapar. Kişileri yaşadıkları sosyal çevreyle birlikte ele alır.

Konuşma dilini tüm canlılığıyla yansıtır. Kıvrak ve sürükleyici bir anlatımı vardır.

“Kirpi” takma adıyla siyasal mizah yazıları yayımlamış, bunları “Kirpi’nin Dedikleri” adlı yapıtında toplamıştır. Bu yazılarından dolayı bir süre sürgüne gönderilmiştir.

Romanlarının çoğunda aile kavramını ele almıştır.

Sürgün: Sosyal siyasal roman türünde yazılan eser konusu bakımından sürülen bir subayın Suriye topraklarında yaşadığı ilginç olaylar ve arkadaşlarıyla ailesinin yaşamını işler. Çeşitli sürgünler yaşayan Refik Halit Karay’ın bu dönemlerini anlattığı çok önemli bir romandır. Refik Halit aslında bu romanda kendi hayatından kesitler de sunmaktadır.

Hilmi Efendi sürgüne gönderilen bir yüzbaşıdır. Beyrut’a geldiği ilk günler çok yalnız olan Hilmi Efendi, burada eski bir arkadaşına rastlar. Arkadaşı Çopur Apti’dir. Gazoz işine giren Hilmi Efendi biraz para biriktirir. Burada arkadaşları ile siyasi tartışmalara da girer. Hilmi Efendi eşiyle mektuplaşmaktadır. Kızları Seher’in sürekli dışarılarda olduğu ve eve gelmediği haberini alınca İstanbul’a gitmek için çareler arar. Bu konuda bürokrat arkadaşlarından yardım ister.

Arkadaşı irfan ise iş bulmak için Halep’e gitmiştir. İş bulup Hilmi Efendi’yi de yanına aldıracaktır. Ancak iş bulamaz. İrfan sahneye çıkan Nevber adındaki bir kıza âşık olur. Nevber’in psikolojik sorunları vardır. Halep’e arkadaşlarıyla gelen Hilmi Efendi ise İrfan’dan haber almak ister. Kendisini Nevber adındaki güzel bir kızın sahne aldığı yere eğlenmeye götürmek isterler. Bu isteği geri çevirmeyen Hilmi Efendi Nevber’i merak eder. Nevber sahneye çıkınca yere yığılıp kalır. Nevber kendi öz kızı Seher’dir.

Bugünün Saraylısı: Orta halli bir aileye gelen kızın değer yargılarını ortadan kaldırmasının anlatılması açısından önemli bir romandır.

Ata Efendi kimsenin uğramadığı evine bir gün bir mektup alır. Mektup teyze oğlu Yaşar’dandır. Yaşar kızı Ayşen’i 300 lira ile Ata Efendi’nin yanına yollayacaktır. Ata Efendi buna sıcak bakmaz. Ama para hoşuna gider ve emrivaki olduğu için de kabul eder. Kız çok güzeldir. Kısa zamanda evdeki herkesin ilgisini çeker. Ayşen’den dolayı eve Yaşar’dan ve ortaklarından para gelmektedir. Ata Efendi başta olmak üzere onun patronunun oğlu Rüştü’de Ayşen’e âşık olur. Ayşen’den dolayı Ata Efendi zenginlerle dolaşmaya da başlamıştır. Ancak Ayşen Elçi Sait Reşit ile ilişki yaşar ve yurt dışına çıkar. Kız gidince evde parasızlık baş gösterir. Ayşen ise mutlu değildir. Ata Efendi ile Rüştü onu geri döndürmek isterler. Ayşen döner ve Rüştü ile evlenir.

Yezidin Kızı: Yezidi halkının örneğine pek rastlamadığımız bir şekilde, bir romana konu olması yönünden önem gösteren bir eserdir.

Hikmet Ali bir mebustur. Gemiyle bir seyahate çıkar. Bu seyahat sırasında gördüğü bir kadın güzelliği ile dikkat çeker. Bayan İspanyolca ve Fransızca da bilmektedir. Kadının adı Zeli Yezdi’dir. Kendisi ailesinin Yezid soyundan geldiğini ve Arjantin’e taşındığını söyler. Hikmet Ali Bey bu kadından çok hoşlanır. Ancak kadının gizemi kendisini şaşırtır ve onun ajan olduğunu düşünür. Zeli Yezdi ise 80 bin civarında kalan Yezidilerin iyi bir hayat sürmesi için çaba sarf ettiğini söyler. Zeli, Hikmet Ali’yi Suriye’de Pamir denilen yere çağırır. Yezidi halkının yaşadığı yerleri göstererek planını daha detaylı anlatır. Hikmet Ali, Zeli’ye âşık olmuştur ancak tüm gerçekleri Şeyh Şemun adında bir adam açıklar. Bu adam Zeli’nin işlerine yardım eden adamdır. Zeli’nin akıl hastası olduğunu dile getirir ve kendisinin de onun kocası olduğunu söyler. Asıl adı da Senyor Alfonso’dur.

İstanbul’un Bir Yüzü: Günlük olarak tutulmuş bir roman olması açısından önemlidir.

İsmet İstanbul’un tanınmış simalarından Fikri Paşa’nın yanına evlatlık olarak verilmiş bir kızdır, ismet günlük tutmaktadır. İsmet günlüğünde Fikri Paşa çevresinin eski yaşamını anlatmıştır. Fikri Paşa kibar bir şahıstır. Kimseyi üzmez, sessiz bir otoritedir. Herkese “siz” diye hitap eder. Konakta Türk sanat müziği fasılları verilmektedir. 1914’ten sonra özellikle değişim başlar. Ülkede çıkarcı, harp zenginleri çoğalmaya başlar. Bunların en önemlisi de Kani Bey’dir. Sonradan görme bir adam olmasına rağmen hiçbir şeyi beğenmemektedir. Romanda Koca Mustafa Paşa’daki eski bir İstanbul evindeki yaşam ile Şişli’deki bir apartman dairesi karşılaştırılarak iyi ve kötü ayrımı yapılmıştır. Sigara, içki, uyuşturucu düşkünü kadınlar, çıkarcılar, sarayın adamları, savaştan zengin olmuş insanlar, hırsızlar her kesimden insan roman sayfaları arasında yer almıştır.

Bu Bizim Hayatımız: İstanbul’un günümüzde kaybolmuş konak hayatını, aşkı, pişmanlığı, yalnızlığı ve özlemi en yoğun biçimde yaşatır.

Mazlum Sami konakta büyütülmüştür. Mazlum Sami dedesinden kalma miras ile Avrupa ‘da uzun süre yaşamıştır. Mirastan dolayı herhangi bir gelire ihtiyacı olmamış ve çalışmamıştır. Avrupa’da bohem bir hayatı vardır. İstanbul’a döner ve eşi Şehriyar Hanım ile birlikte dedesinden kalma konakta yaşarlar. Eşi ile arasında samimiyetsiz bir bağ vardır. Şehriyar Hanım İstanbul’a gelmiş ecnebileri ve elçilik mensuplarını gezdirmek ve Türk kültüründen izler taşımayan bir hayat olarak sürdürmektedir.Mazlum Sami  elli sekiz yıllık boş hayatını düşünür: Vaktiyle bir göçmen kızıyla birbirlerini sevmiş, hamile kalınca yalıdan sessizce ayrılıp giden kızın bir arabacıyla evlenip bir oğlan doğurduğunu sonradan öğrenmiş ve aralarındaki aşk kendisiyle kız arasında bir sır olarak kalmıştır. Bu kız konakta o gençken işlerini gören Hüsniye’dir.

Hüsniye’yi bulmak için bir dedektif tutar , tuttuğu dedektif Şems Bey Mazlum Bey ‘in bu dileğini yerine getirir. Hüsniye’yi bulur.Hüsniye yetişkin ve evli iki delikanlının annesidir  ve rahat bir yaşama kavuşmuştur. Dedektif bu aile ahbaplık kurar , bir konserde Mazlum Sami’ye Hüsniye’yi gösterir, tanıştırır.Hüsniye yıllar geçmesine rağmen hala güzeldir ve Mazlum Sami yıllar evvel Hüsniye ile evlenmeyi ve gururunu hiçe saymayı düşündü, şimdi hayatının sonlarında daha şefkatli, daha anlayışlı bir eşe sahip olacaktı. Fakat Hüsniye, çocuğunun küçükken öldüğünü, şimdiki iki oğlunun arabacı kocasından olduğunu söyler. Lakin Hüsniye yuvasını korumak ve çocuklarının rahatını bozmamak için bu yalanı uydurmuş ise … Mazlum Sami bu şüphe ile yaşamını sürdürecektir.

Memleket Hikayeleri: İçerisinde 18 adet hikaye mevcuttur. Bunlardan bazılarının adı ” Şeftali Bahçeleri , Koca Öküz , Garip Bir Hediye , Cer Hocası , Sarı Bal ” . Her hikayeden ayrı ders çıkarılmaktadır. Bu hikayelerin arasında en bilindik ve soru olarak karşımıza çıkan ise Yatık Emine hikayesidir.

Yatık Emine kötü yola düşmüş bir kadın olduğu için il merkezinde de olaylar çıkması sebebi ile ; Emine başka bir yere gitmesin ortalık karışmasın diye Emine’yi çok ahlaklı bir kasabaya gönderirler. Emine burada insanları örnek alıp ahlaklı bir insan olsun isterler. Sabri Komutan emir verir , Emine kasabaya getirilir fakat kasabadaki insanlar Emine’ye kötü gözle ve aşağılanmış bakarlar onu içlerinde barındırmazlar. Emine’nin kalacak yeri de yoktur. Sabri komutan emri ile bir süre hapishaneye kadınlar koğuşuna alınır. Burada bile Emine istenmez ve fazlasıyla onu döver ezerler.

Emine hastanelik olur. Emine bir süre hastanede kalır tedavi görür. Hastanede ona bakan Gürcü Server ile arkadaş olur . Hastaneden de taburcu edilecek olan Emine’ye kasabaya uzak , ucra bir köşede ev tahsis ettirir Sabri Komutan . Evin içi eşyasız , boş , ve soğuktur. Sefil bir hayata daha sürüklenen Emine’ye Server yardım eder eve bir kaç eşya ve Emine’ye kıyafet alır. Sabri komutanda Emine’nin evine yakın bir fırınla anlaşır ve günde bir ekmek almasını söyler. Emine bir gün ekmeğine almak için evden çıktığında halk evini yağmalar. Böyle bir kadının eşyayı bile hak etmediğini söylerler. Emine ‘de fırıncıya bir ekmek ile doymadığını üç ekmek istediğini söyler fırıncı şikayet eder ve ekmekte alamaz . Aç ,eşyasız ve soğukta kalır.

Bu olaylardan sonra Emine’den hiç ses çıkmaz ve Sabri komutan merak eder , erlerini Emine’nin sefil evine yollar. Kapıyı açan askerler Eminin ölü bedeni ile karşılaşırlar.

Halide Edip Adıvar: Millî Edebiyat akımının ünlü kadın romancısıdır. 

Edebiyatçılığının yanında bir asker gibi cephe gerisinde mücadele vermiştir.

Halide Edip Adıvar, edebiyatın birçok türünde eser vermesine karşın romancı olarak tanınmıştır. Eserleri romantizmden realizme doğru bir gelişme gösterir.

Romanlarında ilk başta aşk temasını, kadın psikolojisini ele alır. Daha sonra Türkçülük, milliyetçilik ve memleketçilik konularına yönelir; kişileri yaşadıkları olay çevresinde, gelenek ve göreneklere bağlayarak anlatır.

Romanlarında canlı, kuvvetli karakterler yaratır. Yazar, üslubu genellikle ikinci plana itmiştir. Eserlerinde basit cümle yanlışlarından, anlatım bozukluğuna kadar birçok eksiklik göze çarpar.

Halide Edip’in romanlarını içerikleri ve dönem bakımından üç bölümde toplanır:

a) İlk dönem romanları: Yazar, ilk dönem romanlarında özellikle aşk gibi bireysel konuları ele alır. Bu romanlarda güçlü kadın kahramanlar öne çıkar. Kahramanların ruhsal durumları başarıyla çözümlenir. Seviye Talib, Handan, Kalp Ağrısı bu tür romanlardandır.

b) Kurtuluş Savaşı dönemi romanları: Anadolu’ya geçip Kurtuluş Savaşı’na katılmasıyla Halide Edip’in sanat anlayışında değişiklik olur. Bu dönemde Anadolu insanını yakından tanır. Onun sabrını, direnişini, fedakârlığını, yurt sevgisini görür. Türkçülük akımının etkisiyle toplum yapısını yansıtan Kurtuluş Savaşı ile Anadolu kent ve kasabalarındaki kimi çevrelerin değişik tutumlarını, çetelerin direnişlerini, kabaran millî coşkuyu anlatan toplumcu sayılabilecek eserler kaleme alır. Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Zeyno’nun Oğlu bu dönemin romanlarındandır.

c) Toplum ve töre romanları: Yazar, özellikle son yılların­da İstanbul’da ve Anadolu’yu, Anadolu’da yaşayan insanları konu alır. Doğu – Batı çelişkisini gündeme getirir, bu konuya bir cevap arar. Bunu yazarken değişik yörelerin törelerini de sergiler. Romanlarındaki bazı olay ve izlenimler, yazarın hayatından kaynaklanır. Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır bu türden romanlardır.

Sinekli Bakkal: Doğu ile Batı karşılaştırılmasının yapıldığı başarılı bir eserdir. Aynı zamanda Halide Edip’in yetiştiği çevreye ilişkin bilgiler de içermektedir.

Mahalle imamının kızı Emine, ortaoyuncu olan ve zenne kılığına girdiğinden dolayı Kız Tevfik adıyla anılmaya başlayan Tevfik adlı bir gençle evlenir. Tevfik’in zenne olarak kendi taklidini yaptığını gören Emine, evi terk eder ve babasının yanına döner. Bu evlilikten Rabia adlı bir kızları olmuştur. Sesi çok güzel olan Rabia, Mevlevi dervişi Vehbi Dede’den ve İtalyan asıllı müzisyen Pregrini’den özel dersler alır. Rabia roman boyunca bu iki isim üstünden Doğu ile Batı karşılaştırması yapar. Vehbi Dede’nin her yönü ile üstün olduğunu düşünür. Romanın sonunda Pregrini’nin beslediği aşka cevap veren Rabia, onunla evlenir. Pregrini Müslüman olur ve Rabia’yla Sinekli Bakkal’da yaşarlar.

Ateşten Gömlek: Edebiyatımızda Kurtuluş Savaşı ile ilgili yazılan ilk romandır.

İzmir işgalinde Yunanlılar tarafından Ayşe’nin kocası ve çocukları öldürülür .  Olaydan yaralı kurtulan Ayşe , İstanbul’da ki ağabeyinin yanına gider. O zamanlar İstanbul’da verilen Milli Mücadele mitingleri üzerine Ayşe , Cemal , Peyami , İhsan Anadolu’ya gider ve Kuvayı Milliye’ye katılır. Ayşe ; gönüllü hemşirelik yapar , hasta bakıcılık yapar . Bu esnada İhsan ve Peyami Ayşe’ye içten içten aşık olmaya başlarlar. Aşk üçgeni oluşur. ”Ateşten Gömlek ” o zaman kendini göstermeye başlar.

Cemal tarafından ; Ayşe genç ve bekarken , Peyami ile evlendirilmesi düşünülmüş fakat Peyami Ayşe’yi beğenmeyip onu kırdığı için Ayşe ,  Peyami’yi kafasından silmiştir. Asla Peyami ile evlenmez. İhsan ise ailesi tarafından bir akraba kızı ile evlendirilmeyi çalışılır , İhsan ; Ayşe’ye aşık olduğu için kabul etmez. Akraba kızı ile vedalaşırken durumu izah eder ve kıza bir öpücük kondurur. Öpücüğü uzaktan gören Ayşe için İhsan’da kafasında bitmiştir ve İhsan ile de evlenmez. Ayşe için geride kalan tek şey Milli Mücadele’dir. Kezban ise ana ve babası Yunanlılar tarafından öldürülmüştür. İhsan’a aşık olduğu için Milli Mücadele’ye katılır. İhsan ona asla karşılık vermez çünkü Ayşe’ye aşıktır.Bu yüzden Kezban sürekli Ayşe’yi kıskanır. Mehmet Çavuş ise Kezban’a aşıktır ve onu kaçırır. Kezban’ın ; İhsan aşkını kabullenemeyip onu serbest bırakır ve bir isyan ayaklanmasında İhsan tarafından asılır.

Taarruz devam ederken İhsan vurulur ve Peyami’nin kollarında şehit düşer , haber üzerine Ayşe cepheye giderken mermi parçaları isabet eder ve ölür. Aynı savaşta Cemal’de ölür. Peyami’nin kafasına kurşun isabet eder ve hastaneye kaldırılır.  Doktorlar , kurşunu çıkarınca Peyami’de vefat eder.

Vurun Kahpeye: Aliye adlı genç ve idealist bir öğretmenin bir köyde Yunanlılara ve cahil köy halkına karşı verdiği mücadeleyi anlatan bir eserdir. Bir öğretmenin gözüyle Anadolu ve Kurtuluş Savaşı anlatılmıştır.

Aliye çocuklara ders vermek için köye gelmiştir. Burada Ali Rıza Efendi’nin evinde kalacaktır. Ali Rıza Efendi ile karısı, yıllar önce kaybettikleri kızlarıyla aynı yaşta olduğu için Aliye’yi çok sevip sahiplenmişlerdir. Yunan işgali de yaklaşmaktadır. Köyün önde gelenlerinden bazıları, çıkarları için düşmana yardım etmektedir. Köyde bulunan İmam Fettah, Aliye’ye sahip olmak için düşmanla işbirliği yapmıştır. Tosun Bey ise düşmanın gidişatını yavaşlatmak için elinden geleni yapar. Yunanlılar köye girdiğinde Fettah Hoca, canla başla Yunanlılar için çalışır. Öğretmen Aliye ise köydeki çocuklara vatanseverliği aşılamaktadır. Yunanlılar köyde iken Ali Rıza Bey’i tutuklamışlardır. Aliye ise onu kurtarmaya karargâha gittiğinde Yunan komutanın uygunsuz teklifleriyle karşılaşmıştır. Hoca Fettah ise düşman işbirlikçileriyle beraber köylüyü galeyana getirerek Aliye’ye karşı tavır alır. Hainlere karşı tek başına mücadele eden Aliye, bu kişiler tarafından öldürülmüştür.

Türk’ün Ateşle İmtihanı: Halide Edip Adıvar’ın kendi tanık olduğu olayları anlattığı tarihi bir kitaptır. Özellikle kurtuluş savaşı döneminde bizzat kendisinin yaşadığı olayların anlatıldığı anı türünde bir eserdir. Eserde birçok tarihi şahsiyetle ilgili bilgiler de mevcuttur.

İstanbul’un işgali ile halk ümitsizlikler içerisindedir. Doğu Anadolu’da da kurulması istenilen Ermeni devletine karşı halk silahlandırılmaktadır. İzmir ise işgal edilir. İstanbul’da toplantılar düzenlenir. Halide Edipte bu toplantılara katılmaktadır. Bu toplantılar Milli Mücadele için zemin hazırlamıştır. Mustafa Kemal Anadolu’ya giderek bağımsızlık ateşini yakmıştır. Halide Edip de iki arkadaşıyla güçlükle Anadolu’ya geçmiştir. Anadolu’da Yunus Nadi ile Anadolu Ajansını kurmuş ve Milli Mücadele’yi duyurmaya çalışmıştır. Mustafa Kemal’in başkomutan olmasıyla zaferler bir bir kazanılmıştır. Düşman yurttan çekilirken zalimlik yapmaktadır. Yunan mezalimini incelemek üzere hazırlanan komisyonun başkanı Halide Edip Adıvar’dır. Yurttan düşman tamamen çıkmış ama geride de büyük bir perişanlık bırakılmıştır. Halide Edip gururlu ama bir o kadar da üzgün olarak İstanbul’a tekrar dönmüştür.

Seviyye Talip: Üç kadın figürü ile Batılılaşmayı ve mevcut olan medeniyeti incelemiştir. Seviyye Talip Romanı medeniyet ve kadın arasındaki bağ ve çözümü ele almıştır.

Avrupa’da eğitim alan Fahir , ölen annesinin vasiyeti üzerine muhafazakar hala kızı Macide ile evlenir. Fahir ; Macide’yi değiştirmeye çalışmış olsa da halasının baskısından kurtulamaz. Fahir kafasını dinlemek için İngiltere’ye felsefe okumaya gider. 2. Meşrutiyet’in ilanı ile ülkeye geri döner ve karısını istediği kılık kıyafete sokar, değiştirir. Davetlere , eğlencelere götürür. Bu eğlencelerden birinde çocukluk arkadaşı Seviyye ile karşılaşır. Seviyye dönemin aykırı davranışlı kadınıdır. Cemal’e aşık olup kocasını boşamak ister, kocası kabul etmeyince , terk edip Cemal ile nikahsız yaşarlar. Seviyye bir şekilde Fahir ve Macide hayatına girer. Fahir Seviyye’ye aşık olur. Macide ve Seviyye arasında kalan Fahir kafasını dinleyip bu kargaşadan uzaklaşmak için Numan ile Mısır’a seyahate çıkar.Mısır’da Evelin adlı bir kadına ilgi duyan Fahir , uzaklaşmanın bir faydası olmadığını anlar ve İstanbul’a geri döner. Fahir Mısır’da iken Cemal ile Seviyye evlenmiştir.Bunu duyup daha çok hırslanan Fahir , Cemal’in evde olmadığı bir gün Seviyye’ye gider ve arzuladığını elde eder. Bunun onu rahatlayacağını düşünürken daha büyük azaba sürüklemiştir. Aşık olduğunu düşünürken kendini kocaman pişmanlık ve vicdan azabı içinde bulur.31 Mart olaylarında asilerle mücadele ederken ölen Fahri aslında intiharına koşmuştur.

Tatarcık: Eserde Cumhuriyet’e geçiş ile birlikte yaşananlar , değişen değer duyguları ön plandadır.

Lale yani Tatarcık Karadeniz kıyılarındaki Poyrazköy’de doğmuştur. Babası uzun süre kaptanlık yapmıştır. Kurtuluş Savaşı’n da mermi taşımış Tatar Osman Kaptan. Kızı Lale’ye de Tatarcık adı babası yüzünden takılmıştır. Babası Tatarcık on üç yaşındayken vefat eder. Yetim kalan Tatarcık içine kapanır ve insanlardan uzaklaşır. Köyde de dışlanır , Tatarcık bu harekete karşılık okuyup İngilizce öğretmeni olur.

Dönemin bazı zengin İstanbullular’ı  , yalılarını konaklarını satıp ; Cumhuriyet Devri’nde ki değişime ayak uyduramayıp bu sahil köyüne taşınırlar. Sahil köyü olan Poyrazköy’de ki bu zengin yalılara Tatarcık zengin çocuklara İngilizce dersi vermeye başlar. Geçimini öğretmenlikten sağlar , bisikletine atlayıp arada balık tutmaya gider. Bir gün bisiklet yolundayken Sungur Balta yolunu keser , Tatarcık herkesin içinde onu azarlar. Köylü kadınlar Tatarcık için uygun bir eş adayı olmadığını söylerler. Tatarcık ise köye uygarlık getirmek biraz daha ileri taşımak için uğraşmaktadır. Bu arada Sungur Paşa Korusu’na yedi genç gelir köye canlılık getirirler. Bu gençlerden Recep ile anlaşan Tatarcık ona ve samimi duygularına inanıp nişanlanır.

Kalp Ağrısı: Halide Edip’in tanınmış en duygusal romanlarındandır. Eserde iki yakın kız arkadaşın aynı adama aşık oluşu ve arkadaşı için bundan vazgeçişini anlatır.

Zeyno , babası gibi doktor olan Saffet ile nişanlıdır. En yakın arkadaşı Azize,  akrabası Hasan ile tanıştırır ve biraz birlikte zaman geçirince , birbirlerini tanımaya başlayınca Zeyno ve Hasan aşık olurlar. Hasan’ı tanıyan Zeyno nişanlısı Saffet ile ilişkisinde eksik duyguyu anlamaya başlar ve Saffet’den uzaklaşmaya başlar , yüzüğü iade eder ve Saffet’den ayrılır. Azize ise Hasan’a aşıktır. Hasan Azize’yi kabul etmez ve Azize kahrolup kendini Boğaz’ın derin sularına bırakır , intihar eder. Azize ölmeden kurtulur , Hasan vicdanını dinler ve aşkı Zeyno’dan vazgeçip Azize ile evlenmeyi kabul eder. Azize intihar teşebbüsünden dolayı hastalanır ve kocası Hasan ile Avrupa’ya giderler. Hasan , Avrupa’da Zeyno’ya benziyor diye Dora adındaki kadın ile karısını aldatır. Mutsuz evlilikleri bir şekilde sürüp giderken Azize’nin hamile olduğunu öğrenirler. Azize hasta olmasına ve doğururken ölme ihtimaline karşı bile çocuğunu sahiplenir , doğurmaya karar verir. Zeyno ise bu arada babasının arkadaşı Kurmay Subay Muhsin ile evlenir. Muhsin hem Saffet gibi bilgili hemde Hasan kadar aşıktır. Zeyno ve Muhsin mutludur.

Bu arada Hasan İstanbul’a döner ve aşkı Zeyno’yu görür. Zeynon’nun evlendiğini ve mutlu olduğunu anlayınca yıkılır. Zeyno’nun onu hep bekleyeceğini düşünür.  Azize ise çocuğunu doğururken yaşama gözlerini yumar. Eser burada son bulur. Zeyno’nun Saffet , Hasan ve Muhsin ile yaşadıkları sonucuna Kalp Ağrısı demiştir.

Handan: Mektuplarla oluşturulmuş bir roman olmasıyla tanınmış bir eserdir.

Refik Cemal, Neriman ile evlilik hazırlıkları yapar. Neriman, Cemal Bey’in baldızıdır. Alafranga bir çocukluk geçirmiştir. Ailenin Handan adında romanımızın kahramanı olan kızları da vardır. Neriman‘la kardeş gibi olan kahramanımız, sevilen bir kızdır. Roman kahramanımız gençliğinde Nazım adlı sosyalist birini sevmiş ama Hüsnü Paşa ile evlenmiştir. Nazım’ın ideallerini her şeyin üstünde tutacağını düşünen kahramanımız onun evlenme teklifini kabul etmemiştir. Nazım ise kendini asmış ve kahramanımızı suçlu gösteren bir mektup bırakmıştır. Vicdan azabı çeken kahramanımız, Hüsnü Paşa’yı sevmemektedir. Hüsnü Paşa da sürekli kendisini aldatmaktadır. Üç aylık bir ayrılık yaşadıklarında Hüsnü Paşa’nın gönderdiği mektuplarla yıkıma uğrayan kahramanımız, hafızasını kaybeder. Neriman hamile olduğu için onun kocası Refik Cemal, kahramanımızın yanından ayrılmaz. Handan, Refik Cemal’e âşık olur, Refik Cemal de kendisine. Ancak hafızası yerine geldiğinde Neriman’ın kocasına âşık olduğunu anlayınca üzüntüsünden vefat eder.

Döner Ayna: Halide Edip Adıvar’ın bir kadın karakterin ruh halini başarıyla yansıtması romanın en önemli yanıdır.

Hanife, babasını hiç görmemiş bir kızdır. Bir katır kafilesiyle hiç görmediği babasını görmeye gelen Hanife’ye katırcı çırağı Mürsel tecavüz etmeye kalkmıştır. Mürsel dövülse de bu olay Hanife’de derin yaralar açmıştır. Babası Hacı Murat’ın yanına gelen Hanife, üvey annesi ve erkek kardeşi Hasan’la da tanışmıştır. Üvey ablası Huriye ise Hanife’yi sevmemektedir. Mürsel ise yıllar sonra Hacı Murat’ın yanında çalışmaya başlamıştır. 10 yıl öncesindeki tecavüz olayında kuyruk acısı olan Mürsel, Hanife’yi düğününde kaçırmıştır. Hanife’yi kurtaran ise abisi Macit olur. Uzun bir süreçten sonra Mürsel ve arkadaşlarını eroin kaçırma işiyle bulan Macit, kız kardeşini kaçakçıların elinden kurtarmıştır. Kurtulan Hanife, Bilal adlı bir adamla evlenir.

Akile Hanım Sokağı: Lâleli, romana adını veren sokaktır. 1955 yıllarında bu sokakta eski, ahşap evlerle beton yeni binalar garip ve çelişkili bir mimarî oluşturmaktadır. Belçika eski sefiri Samim Akyürek’in bu sokakta eski bir konağı vardır. Ankara’dan yeğeni Nermin’le Dışişleri’nde görevli kocası Tarık buraya konuk olarak gelirler. Tarık Roma’ya gider, karısı Nermin ise İstanbul’da kalır ve eğlence yerlerini keşfeder. İstanbul’daki toplumsal değişmelere şahit olmuştur. Konağın karşısındaki evde Akile Hanım oturmaktadır. Akile Hanım eşinin kendisini aldatmasıyla eşine zina davası açar ve onunla bir daha evlenmez. Mahallede herkesin sevdiği bir kadındır. Sokak bile onun adıyla anılır. Akile Hanım’ın evinin üstünde bir doktor ile Tıp Fakültesi öğrencisi Gülbeyaz vardır. Gülbeyaz’ın, Samim Bey’in bir başka kadından doğma kızı olduğu sonradan anlaşılır. Her kesimden insanın yer verildiği romanda toplumdaki dengesizlik ve farklı yaşamlar gözler önüne serilmiştir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar: Modern Türk edebiyatının en üretken ve önemli yazarlarındandır. Eserleri önce tefrika edilen sonra kitap olarak yayımlanan Gürpınar’ın yazdığı dönemde çok okunan, popüler bir yazar olduğu, yaşamını yazarak kazandığı hem çeşitli kaynaklarda hem de Gürpınar tarafından belirtilmiştir: “Ben babamdan miras yemedim, ne yaşamışsam tamamen kendi kalemime borçluyum”

Hüseyin Rahmi Gürpınar, “halk için sanat” ilkesini benimseyerek, en azından edebiyata başladığı ilk dönemde, bir bakıma, hocası da sayılan Ahmet Mithat Efendi’nin romancılık anlayışını devam ettirmiştir. Bu iki yazar arasındaki ilişkiye değinen Berna Moran, Gürpınar’ın edebiyat anlayışı bakımından Ahmet Mithat’ın yanında, ancak “halka aşılamak istediği dünya görüşü bakımından da Ahmet Mithat’ın karşısında yer aldığını vurgular. Moran, Gürpınar’ın özellikle II. Meşrutiyet sonrasında yazdığı romanlarda “politika, ahlak ve din alanlarında halkın görüşlerinden çok ayrı fikirler beslediğini” ve “halkın geleneksel inançlara, yerleşmiş düşüncelere, göreneklere ve dine dayalı zihniyeti yerine, Batı’nın akla, bilime dayalı pozitivist zihniyetini yerleştirmeye çalıştığını belirtir.

Yazmaya başladığı dönemden itibaren Türk edebiyatında egemen olan hiçbir akıma bağlanmayan Hüseyin Rahmi Gürpınar, eleştirmenlerce vurgulandığı gibi “halk” için yazdığını belirtir ve “sanat toplum içindir” görüşünü benimser.

Daha ilk romanından başlayarak, birçok eserlerinde eski ile yeni çatışmasını ana tema olarak seçmiş; böylece, kimi eserlerinde, geleneklerin yıkılışı sırasında eskiye bağlanamayan, yeniyi de hazmedemeyen taklitçi, züppe tipi (Şık, Şıpsevdi, vb.); kimi eserlerinde, insan içgüdüsüyle toplum kuralları arasındaki uyuşmazlık üzerine eğilmiş ve eski devrin katı ahlak kurallarıyla bağdaşamayan yeni düşünceli insanın eski düzen içindeki mutsuzluğunu ve bunun aile kurumu üzerindeki olumsuz etkisini (İffet, Mutallaka, Tesadüf, Nimetşinas, Bir Muadele-i Sevda, Sevda Peşinde, Son Arzu) göstermiştir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanları çoğunlukla arkadaşlık, sevgililik, evlilik, akrabalık gibi insan ilişkileri, aldatma, dolandırma, şantaj, hırsızlık gibi insanların içinde bir taraf olarak bulunabilecekleri ya da etkilenebilecekleri olaylar etrafında kurulmuştur.

Türk edebiyatında natüralizm akımının başarılı bir temsilcisidir, Emile Zola’dan etkilenmiştir. Realist özellikler detaşır.

Başarılı bir gözlemcidir. Romanlarında gözleme ve çevre tasvirlerine büyük önem vermiştir.

Türk edebiyatında sokağı edebiyata taşıyan yazar olarak da bilinir.

Romanlarını “toplum için sanat” anlayışıyla kaleme almıştır. Okuru eğlendirerek eğitmeyi amaçlar.

Romanları töre romanı özelliği taşır. Romanlarında toplumsal eleştiriye çokça yer vermiştir. Bu yönüyle natüralistlerden ayrılır.

Eleştiriyi mizah yoluyla ortaya koyar. Bunun için de genellikle anormal tipler seçer.

Romanlarındaki tipler aşırı ihtiraslı, aptal, sapık, şöhret düşkünü, batıl inançlı, cahil, züppe, alafrangalık özentisi olan kişilerdir. Bu kişilerin ortak yönü gülünç olmalarıdır.

Sıradan insanların yaşantısını bütün gülünç yönleriyle karikatürize eder.

Eski ile yeni çatışması, ruh hastalıkları, yanlış batılılaşma, batıl inançlar ve aile geçimsizlikleri gibi konuları işlemiştir. Gerçeği hem iyi hem de kötü yönleriyle ele almıştır.

Romanlarında İstanbul’u bütün canlılığıyla anlatmıştır. İstanbul’un iç mahallelerindeki yaşantı, kişiler arasındaki konuşmayı çok iyi yansıtmıştır.

Eserlerini konuşma diliyle ve sade bir üslupla yazmıştır. Tasvirlerde ve olayın öykülenmesinde dili Osmanlı Türkçesine kayar. Ustaca diyalogları, canlı anlatımıyla herkesin anlayabileceği eserler vermiştir.

Romanları yazıldığı dönemdeki toplum yaşamını bütün canlılığıyla yansıtması açısından çok önemlidir. Öykülerinde de aynı durum söz konusudur.

Romanları teknik yönden başarılı değildir. Romanlarında olayın akışını keserek olayla ilgisi olmayan gereksiz bilgiler verir.

Şık: Hüseyin Rahmi’nin kaleme aldığı ilk romanı olması bakımından oldukça önemlidir.

Gösteriş düşkünü, alafrangalığa tutkun olan, “şık” giyimli Şatırzâde Şöhret Bey, Madam Potiş adlı bir kadınla ilişki yaşar. Ancak metresine para dayandırmadığı için annesinin elmaslarını çalar. Şöhret Bey, metresi ve Drol adlı köpekleriyle ile sokaklarda dolaşır. Sokaktan bulduğu köpeği Drol, bir lokantada tabaklara saldırıp etrafı dağıtmasıyla Şöhret Bey lokantada dayak yer ve metresi tarafından da terk edilir. Şöhret Bey ise yakın arkadaşı Müştak Bey’in evine sığınır. Bu evde gece düzenlenen bir eğlence sırasında çeşitli olaylar meydana gelir. Şöhret Bey, genç sandığı yaşlı bir kadına yaklaşmaya çalışır. Kadın, gece olunca Şöhret Bey’in odasına gelir ve ortalığı velveleye verir. Şöhret Bey bunun üzerine sokağa atılır. Ancak evdeki kişilerin bazı eşyalarının kaybolduğu görülünce ertesi gün Şöhret Bey ve bu olanlara sebebiyet verdiği düşünülen metresi Potiş tutuklanır.

Şıpsevdi: Hüseyin Rahmi Gürpınar’a hükümet tarafından belli bir süre yazı yazmama yasağının konulmasına sebep olan romandır. Eser çok ses getirdiği ve tiyatroya da aktarıldığı için önemlidir.

Pehlevizâde Meftun Bey tahsil için Fransa’ya gitmiş ancak başarılı otamadan geri dönmüştür. Babasından kalan Erenköy’deki köşkte alafranga yaşama arzusu vardır. Köşkteki çalışanlara alafranga yaşam tarzına göre çalışmalarını ister. Elinden de bu yaşam tarzını anlatan bir kitap düşmez. Evdeki yemek kültürünü de değiştiren Meftun Bey, evin ninesi Şeküre Hanım’ı çıldırtır. Meftun kızkardeşi Lebibe “milyoner” lakaplı Kasım Efendi’nin oğlu Mahir ile ilişkisi vardır. Meftun, kız kardeşinin onla evlenmesini istediği gibi kendisine de Mahir’in kız kardeşi Edibe’yi ister. Ancak aile kızı Meftun Bey’e vermez. Meftun ise plan kurar ve kendisine piyango çıktığını her yere yayar. Kasım Efendi ise bunun üzerine kızını Meftun’a verir ve Meftun’un kız kardeşi Lebibe de Kasım Efendi’nin oğlu Mahir ile evlenir. Ancak Meftun Bey ve konak gittikçe sefalete sürüklenir. Meftun ise damatları Mahir ile Kasım Bey’in paralarına konmak için sahte belgeler düzenler. Kasım Bey durumdan haberi olunca damadını ve oğlunu reddeder. Meftun ise karısı Edibe’yi boşar. Edibe babası Kasım Efendi’nin evine sığınır ve eve erkek aldığı duyulunca Kasım Efendiye inme iner. Mahir ise konakta intihar eder. Meftun ise Kasım Efendi’nin ölümünü beklediğini dile getirerek mirastan pay alacağını umut eder.

Mürebbiye: Konak yaşamının farklı bir bakış açıyla ele alındığı bu eser, tutkularının esiri olmuş insanların hayatından bir kesit sunması yönüyle önemlidir. Bu eser, aynı zamanda sinemaya uyarlanan ilk Türk romanıdır.

Memurluktan emekli olan Dehri Efendi, babasından kalma mirası ve kendisinin emekli maaşıyla konağında iyi bir hayat yaşar. Konakta kızı, kızının içgüveyisi olarak evde barınan kocası, okula giden oğlu, ilk karısının ölümünden sonra bir cariyesinden doğma iki küçük çocuğu, dışarıda kendini idare edemeyip sonunda ağabeyinin koltuğuna sığınmış kırk beşlik züppe kardeşi, kâhya kadın, hizmetçi, uşak, aşçı hep birlikte yaşamaktadırlar. Dehri Efendi, küçük çocuğunu eğitmek üzere konağına genç ve güzelce bir mürebbiye alır. Bu mürebbiye başından çok olay geçmiş, ahlaki çöküntüye uğramış bir bayandır. Mürebbiye konakta kendi çıkarı için birçok kişiyle ilişki kurar. Mürebbiye Anjel herkesi kendine aşık edip idare etmeye başlamıştır. Mürebbiyeye karasevdalı olan Şemi, onun başkaları ile olan ilişkisini öğrenince çılgına döner. Bir gece yarısı onu biriyle yan yana yakalamak için odasına baskın düzenler. Anjel’in görüntüsü ve davranışlarından şüphelenen Şemi, dolabı açar ve dolapta Efendi babası Dehri Efendi’yi yakalar.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç: Dünyaya çarpma ihtimali olan Halley adlı kuyruklu yıldız sembolize edilerek batıl inançlar, yanlış Batılılaşama eleştirilmiştir.

On iki bölümden oluşan roman 5 Mayıs 1910’da dünyaya çarpma ihtimali bulunan bir Kuyruklu Yıldız’ın etrafında gelişir. Defterdar Galip Efendi’nin oğlu olan İrfan Galip’in oturduğu mahalle de Kuyruklu Yıldız nedeniyle korku ve panik içindedir. Kültürlü olan, eğitimli irfan Galip oturduğu mahallenin cahil insanlarla dolu olduğunu düşünür. Hatta evlenilecek bir Türk kızı olmadığından yakınmaktadır.

Kendisiyle alay eden kadınlarla hesaplaşmak için de onları toplayarak onlara Kuyruklu Yıldız hakkında bilgiler verir. Konuşmalarıyla onların cahilliğini yüzlerine vurarak mahalleliden intikam alır. Bu toplantıdan birkaç gün sonra İrfan Galib, çok kültürlü bir bayandan mektup alır. İrfan Galip uzun uğraşlar sonucu kendisine mektup yazan kişinin Feriha olduğunu öğrenir. Roman, Halley Kuyruklu Yıldız’ın dünyanın yakınından geçtiği bir gecede Feriha’yla irfan Galip’in evlenmeleriyle son bulur.

edebiyatvadisi

Next Post

Cumhuriyet Döneminde Roman-3

Pts Tem 8 , 2019
CUMHURİYET DÖNEMİNDE ROMAN 3 Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Sanatçılar: Bireyin iç dünyasını esas alan yazarlar, insan gerçekliğini farklı bir bakışla anlatmak, modern hayatın insan üzerindeki etkilerini tespit etmek için psikoloji, psikoanalitik (psikoanaliz) gibi bilimlerden ve dolayısıyla Freud’un görüşlerinden faydalanmışlardır. Yazarlar, bireyin iç dünyasını anlatmak için, düş analizi (bireyin gördüğü […]

You May Like